(26 EKİM PERŞEMBE)
Gri bir sabaha erken ama enerjisiz başladım, biraz canım tembellik çekti diyelim...
Kanepeye uzanıp dergi okumak, çalışmaya koyulmadan önce biraz oyalanmak hoşuma gitti.
Gün içinde işlerimi yoluna koyup hazırlandım, akşam arkadaşımla buluşmak için evden çıktım.
Planımız Kadıköy'de buluşup epeydir aklımızda olan Anne filmine gitmekti, tam metroya binecekken cüzdanımı unuttuğumu fark edince suya düştü.
Eve geri yürüyüp tekrar çıktığım için de günlük adım sayımı doldurmuş oldum - olley!
Kadıköy akşamlarını özlemişim, nedense hep kış akşamları şarap içmeyi hatırlatıyor bana...
Şömine yanındaki masaya geçip birer kupa sıcak şarap söyledik, sohbet ettik.
Bir süredir terapiye giden arkadaşımı daha iyi gördüm, bana tuhaf gelen bazı itici taraflarını törpülemiş gibi geldi. Umarım her şey bundan sonra onun için daha iyiye gider, zor bir süreçten geçmekte...
21 suaresine biletimiz vardı, tam 3 dakika kala salona girdik ama nasılsa film başlamıştı.
Şaşkın şaşkın en ön sıraya attık kendimizi, biraz zor konsantre oldum filmin başında...
Anne! filmi çok eleştirilen, hem övülen hem yerilen bir gerilim olarak lanse ediliyordu; açıkçası beni kararsız bıraktı.
İyi bir film olduğunu teslim ederim ama içime kasvet çöktü, beni cidden yordu sonları. izlemesi zor bir film olduğu kesin, fazla sembolik de denebilir bence. Kadın-erkek ilişkilerinde kadının hep fedakarlığı, Adem&Havva yaratılış mitine selam çakarak bir yandan sanatçının yaratım sürecindeki doğum sancıları, annelik paranoyası derken işler epey karışmış...
Filmden çıktığımda hakikaten içim sıkılmıştı, eve gidip kedilerimi sevmek istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder