(28 AĞUSTOS PAZARTESİ)
Pazartesiler hep böyle olsa, sendrom kalır mı hiç?
Bir kere burada yediğim her şeyin lezzeti bir başka geliyor nedense, yumurta mis gibi kokuyor, tereyağı nefis, peynirler tazecik, zeytinlerin her çeşidi ayrı güzel...
Kahvaltıdan sonra denize iniyoruz, buz gibiymiş rivayetlerine aldırmadan, biz esi Arturluyuz!
Sabah kimseler yüzmüyor, sahil nispeten boş, 1. iskeledeki her zamanki yerimize kuruluyoruz.
Çocuklu aileler deniz kıyısına yerleşir, duşlara çok yakın olanlar ıslanır-kurallar böyle!
Su 16 derece ölçülmüş, cidden ayak bileklerim donuyor ama çivi gibi denizin de bir ayıltıcı etkisi var.
Öğleden sonra bir tık daha ılıyor, keyfine varıyoruz tertemiz suyun...
Yanımızda getirdiğimiz yulaflı poğaçalarla kuru incirli kurabiyeler tutmuyor bizi, akşama doğru çok acıkıp dondurmacıya uğruyoruz. karadutlu&limonlu-en sevdiğim Artur kokulu dondurma...
Palmiyeler altında biraz mola verdikten sonra eve çıkıyoruz, yemekten sonra akşam yürüyüşü Martı koyu istikametine; hiç girmediğim yokuş yollara girip kedileri besliyoruz.
Tabanlarımız ağrımış halde dönüp uykuya dalmadan önce Broadchurch'ün bir bölümünü izliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder