(25 MART CUMARTESİ)
İkinci güne nispeten daha iyi başlıyoruz, kahvaltı sofrası kuruluyor.
Dünden beri karbonhidrata dadanmış vaziyetteyiz, başka çaremiz yok çünkü ev pide, tatlı, börek dolu...
Yine hiç tanımadığım onlarca isim hakkında konuşulanları dinlemek beni sıkıyor, eve millet doluşmadan önce birlikte mezar başına gidiyoruz tekrar.
Yolda ne yaparsam yapayım kabul edilmeyeceğimi bir kez daha hatırlatan bir kısa konuşma geçiyor-detaya girmeyeceğim ama bu kez tepem atıyor. Kimse bana ne yapacağımı söyleyemez, kimse bana bu kadar karışamaz. Cevabım net ve kesini, beklenmedik oluyor sanırım ki, karşı taraf bir şey diyemiyor daha. Umarım son olur, haddini bilir bundan sonra.
Bana destek çıkan kahraman kıza da burada değinmeden olmaz, hiç bir şey söylemesine gerek yokken arkamda durdu, sağolsun.
Ölünün huzuruna çıkarken de saçımızı örtmemiz gerekiyor, bu da çok enteresan, yaşamında beni oysa başım açık görmüştü.
Sanırım mantık aramak gereksiz ve anlamsız, yine de insanın aklını almıyor.
Eve döndükten sonra başlıyor telaşe, mutfakta çıktığım nadir dakikalarda ilk kez gördüğüm ve beni baştan aşağı inceleyen insanlara tanıştırılıyorum.
Hakkımdaki lafları, yorumları duymazdan gelip işime bakıyorum ve mümkün mertebe uzak duruyorum herkesten. Onların dualarına, rahatsız edici ilahilerine filan hiç katılmıyorum. Büyük ihtimalle dikkat çekiyor ama umrumda değil.
Akşam yorgunluktan, uykusuzluktan ve en çok da kendimi sıkmaktan sırtım çatlıyor.
Beni uçağa bırakırken eşimle birazcık sohbet imkanımız oluyor, bu insanların arasına uzun bir süre geri dönmek istemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder