Gece yarısını geçerken midem bulanmaya başlamıştı zaten, bir başladı mı durmuyor sağolası, 3'e doğru kusmaya başladım, 4'e doğru 3. seferden sonra rahatlar gibi oldum biraz, ama daha çok bitkin düştüm diyelim.
Her neyse; böyle yıpratıcı ve uykusuz bir gecenin ardından öğlene kadar oyalandım, kendime gelmeye çalıştım ve akşamüstü evden çıkmayı göze alabildiğim vakitlerde dünyanın en seksi aşçısı ile buluşup akşam yemeği için alışveriş yaptım!
Bir şişe blush, bir paket linguini ile bir kilo kıyma- aklınıza ne getiriyorsa evet onu- bolonez soslu makarna yapmaya karar verdik. Birkaç sene önce, okuldan filan salak sulak birkaç tip beni evine "sebzeli makarna" yapmaya davet etmişti, hatırladım da hatta bir başka arkadaşımı da aynı çocuk "kıymalı makarna"ya çağırmıştı, pek gülmüştük. Onlarınki gibi uyduruk öğrenci işi değildi bizimkisi; kurutulmuş acı biberli, havuçlu filan nefis bir gurme makarna...
24 saattir aç durmanın verdiği gazla iki tabak makarnayı mideye indirdikten sonra haliyle ağırlık çöktü bir süre. Ama fazla sürmeden korku filmi seyretme isteği ağır bastı; akşam bozan havanın rüzgar seslerinin de heveslendirmesiyle vizyondaki tek gerilim olan Karabasan'a gittik.
The Babadook festivalde gösterilmiş bir Avustralya filmiydi; tek bildiğim anne-çocuklu bir korku olduğuydu. Filmde en çok sanırım; ürkünç masal kitabının illüstrasyonlarını sevdim.
Filmin bana Babydoll'u anımsatan soğuk, ürpertici bir atmosferi var; anne çocuk tenha bir kasabanın içinde neredeyse hiç perde, halı, masa örtüsü bulunmayan sevimsiz 2 katlı evinde birlikte yaşamaktalar. 7 yaşındaki oğlan pek tatlı, bir o kadar huysuz; sınıfta geçimsiz ve kuzenini yaralayacak kadar saldırganlaşabiliyor zaman zaman.
Kısa sürede çocukcağızın neden böyle dellendiğini öğreniyoruz: babası annesini onun doğumuna yetiştirmeye çalışırken kaza yapıp ölmüş. Aynı zamanda babasının ölüm yıl dönümü olan doğum günü şimdiye kadar hep teyze kızınınkiyle bir kutlanmış. Zavallı anne, canından bezmiş bir halde sıkıcı işine gidip gelmek ve yaramaz oğluna söz geçirmek arasına sıkışmış küçücük hayatını, sevgililere imrenerek yaşıyor.
Sırf o üstünden çıkarmadığı bebe yaka elbisesi ve yarı kapalı gözleriyle bile bezgin ve mutsuz anne bir o kadar soğuk ve tekinsiz görünüyor gözüme; anne de çocuk da iyi cast- diye düşünüyorum. Bu tekdüze hayatları, bir akşam oğlanın okumasını istediği "Bay Babadook" adlı korkunç masal kitabıyla sarsılıyor. İşte en sevdiğim yer burası-kafiyeli, mizahi bir gotik kahraman bu uzun, siyah giysili"öcü".
Kitabın kara füzen resimlerinden anladığımız kadarıyla insanlar uyurken odalarına girip zihinlerini ele geçirmek suretiyle onlara korkunç işler yaptırma gücü var. Önce köpeğini, sonra çocuğunu ve ardından kendini kesen anne resmedilmiş olması enteresan...
İkinci yarıdaki fantastik sanrı sahnelerini abartılı bulsam da; hep ilgii çeken ödipik meseleyi anlatan hoş bir filmdi. Çıkışta bastıran fırtına ve yağmur, iyice güzelleştirdi bu geceyi. Evde içilen akşam esspressosu yanında bir parça dondurmayı da eklemeden tamam olmaz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder