17 Ağustos 2014 Pazar

1880

(16 AĞUSTOS CUMARTESİ)

Çok amatör ve pek progresif bir festivale katılmak için, bu yazın en sıcak gününde akşam üstü vakitlerinde, Bostancı'dan batma tehlikesi arz eden bir kalabalıkla dolu kalkan Burgazada motorunda kendime bir yer bulup sığıştım.

Karınca sürüsü gibi kımıl kımıl insan dolu Burgaz'ın sahil balıkçılarını pas geçip Kalpazankaya istikametine giden yollara düştüm. Cennet Bahçesi'nin nerede olduğunu bilmeyen genç çiftler, kız bakmaya gelmiş ikili erkekler ve dövmeli afro saçlı komik tiplerle berbaber, kimin kimi takip ettiği belli olmaksızın yürüdüm, yürüdüm...

Konser bahçesini bulmaktan umudu giderek iyice kesmiş, akşam Güneşi'nin vurduğu yanım epeyce yanmış vaziyette yan tarafta denize giren adalılara imrenerek bakarken afişlere rastladım. Umut işkencelerin en kötüsü demiş Bay Bıyıklı.

Bir umut önümde yükselen ürkütücü yokuşu kalp krizi geçirme pahasına tırmandıktan sonra sırtımdan, boynumdan akan terle sırılsıklam halde sesi takip ederek kapıya vardım. 1tl.ye fosforlu pembe bilekliklerden alıp içeri girdiğimde, kalabalığın sığmakta zorlandığı, aslında hoş bir ortam olduğunu gördüm.

Açıkçası müzikten pek bir şey anlamadığım bir gece oldu; bir iki Moğollar dinlediğimi hatırlıyorum sadece, gerisi arkadaş sohbeti ve biraz "buzzcuk"lu votka-tonik. İşte biraz etraftaki yerli Woodstock tiplerine bakındık; yeni tanıştığım insanlarla biraz işlerden filan konuştuk. Çiş bastırdığında yakındaki çim sahanın ilerisinde karanlık kuytu ağaç dipleri keşfettik.

Fazla uzatmadan, zaten baskıcı nemli havada artık insan kaldırmayan mekandan bunalıp arkalardan pek ne çaldığı duyulmayan yerimizden kalkıp aşağı inmeye karar verdik. Saat 10'a yaklaşmaktayken bir balıkçıda boş masa bulup, beki bir balığı bölüşüp 11'den sonraki vapurla dönüşe geçmeyi umuyorduk. Hala adayı terk etmeyen kalabalığın tıklım tıklım doldurduğu masaları görünce pek mümkün olmayacağını anladık ve mecburen Yasemin'e oturduk.

Cumartesi akşamları servis kalitesinin hemen her yerde düştüğünü gayet iyi bilsem de; şimdiye kadar kendi masamızda yığılı bırakılmış onlarca boş bardağı kendimiz toplamak zorunda kalmamıştık. Yarım saat içinde zorla sipariş verebildikten sonra servis de açılmayınca yemek umudumuzu kaybediyorduk ki; istavritle geldi. Hamsi boyunda 4 istavrit ve birkaç çatal tatsız tuzsuz tereyağında karides yanında ferah bir salata yedim. Hesabı vapuru kaçırmamak için aceleyle öderken duble rakıya 20tl ve duble olduğu iddia ettikleri küçük bir kasedeki salataya da 20tl. yazdıklarını görünce bayağı düdüklenmiş hissederek mekandan söylenerek ayrıldık.

Adeta bütün insanlar bizle senkronize hareket ediyordu bu gece; yüzlercesiyle aynı vapura bindik Kadıköy'e geçmek için. Arkadaşlardan ayrılıp gece yarısı eve minibüsle dönmeye karar verdim; minibüslere kadar taban patlattıktan sonra hepsi yol kenarına çekmiş bangır bangır halay dinleyip araç içinde kolları kaldırmış tepişen şoför topluluğunu fark edince bir an taksi seçeneği aklıma geldi. Gösterdikleri tarafa geri yürüyüp bekleyen bir minibüse bindim ve ön sıraları ele geçirmiş sarhoş apaçi maganda çetesinin tam ortasına oturmak zorunda kaldım. Gergin bir yolculuktan sonra yapış yapış, biraz midem bulanarak ve ayaklarım su toplamış halde kendimi eve attım.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder