9 Ağustos 2014 Cumartesi

1873

Damla sakızlı karadutlu dondurma, kağıt helva arasına... Bir Artur vazgeçilmezi!

***

Bu yaz iki şeyden her zamankinden fazlaca tırsmaya başladım: çocuk doğurmak ve yaşlanmak.

Nedense herkesin " Oyy gocuvıcı da ay bıdıbıdı!" tadında sevdikleri bebeklerden ben uzak durmayı yeğliyorum. Acaba bende analık duygusu eksik mi? Aslında değil bence de; bu tarz çılgınca yüksek sesle çocukların üzerine atılmak onları aptala çeviriyormuş gibi gelir hep. Biraz daha insan gibi muamele etmeyi tercih ettiğim için, mesela ben büyük adammışçasına her şeyi konuşup anlatmayı severim. Dondurmacıda sıra beklerken, sahilde güneşlenirken veya akşam yemekten sonra okeye oturmuşken bir anda ortaya çıkıveren komşu bebeklerinden hazzetmiyorum-çok mu acayip? Galiba buldum: ben büyükleri aracılığıyla değil de doğrudan iletişim kurabildiğim çocukları seviyorum.

Yaşlanmak deyince kırışmaktan sarkmaktan ve artık seksi olmadığımı bir gün aynaya bakınca fark etmekten fazlası; beni korkutan bir gün artık yürüyememek, merdiven çıkamamak, yüzememek... Hareketlerimin kısıtlanması; özgürlüğümü yitirmek günden güne- daha beteri belki; sevdiklerini yitirmek. Parkinson sebebiyle gittikçe öne eğilen, harekete geçmesi ve refleksleri inanılmaz yavaşlayan, yüz kaslarını pek hareket ettiremediği için ifadesiz görünen dedemi izledikçe fenalıklar basıyor. Adamcağızın aklı yerinde ve hafızası da sağlam aslında fakat; bir kapı açıp arabaya binmesi, bazen sorduğumuz soruya cevap vermesi dakikalar sürebiliyor. Doktorun verdiği mimik güçlendirme hareketlerini yapmaktansa hortum tamir etmeyi veya bahçedeki kuru yaprakları tırmıklamayı daha çok seven dedeme, çocuk gibi bakmak anneanneme kalıyor. Sanırım bende bu sabır yok, işte hem çocuklar hem yaşlılar bana bunu hissettiriyor...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder