8 Ağustos 2014 Cuma

1872

"Yağmaz buraya yağmaz!" diyordu her seneki alışıldık garson abi, elinde boşları topladığı tepsiyle geçerken.
Anneannem başını salladı; katılıyordu: şimşekler çakıp gök şiddetle gürlemekteyken şimdi olduğu gibi, etrafı sel basardı da Artur'a yağmur düşmezdi.
"Şimdi bak Hacılar'a yağıyor hep. Hacıosman, Hacımemiş, Hacıhüseyin, Hacıoğlu... Oralara yağıyor, burda hacı mı var ki buraya yağsın!"
Bir kahkaha- bir daha!

Şimşekler çaktıkça, insanlar biraz biraz toplanmaya başladılar. Tek tük şemsiyeler boşalıyorduysa da, çocukların sahili terk etmeye niyeti yok gibiydi.
Gök gürlemeleri arkadan geliyordu, kara bulutların toplandığı taraftan.
Güneş bulutlar ardında kayboldu, rüzgar çıktı, gazetelerimizi, şapkalarımızı hep uçurdu.













Derken bir yağmur bastırdı-
Sazdan şemsiyeler altına sığınıp peştemallerimize sarınarak sağanağın dinmesini beklerken, anneannem bir eliyle elbisemin etekliğini tutmaya çalışıyor, diğer eliyle annemin çantasını zapt ediyordu.
Çocuklar yağmurun boşalmasını bir ayin havasında hep birlikte bağırış çağırış denize atlayarak, sevinç içinde karşıladılar.
Ben de 13 yaşımdayken nasıl severdim yağmurda denize girmeyi, aklıma geldi; bir ilk Eylül akşamüstü ılık denizde dev dalgalar yapınca imbat, evdeki viskiyi gizlice çay bardağına doldurup fondip yapmış da iskeleden atlamıştık el ele arkadaşlarla... 
Bir daha öyle arkadaşlarımız hiç olmadı, bir daha viskiyi hiç çay bardağından içmedim ve bir daha yağmurda dalgalı denizde hiç oynamadım o gün gibi...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder