"Aman tanrım!" bir gün...
İstanbullular tatile çıkmamış onu teyit etmiş olduk.
Sabah erkenden daha dinlenemeden, üstelik rüyalardan ağlayarak uyandım.
Çok şahane bir başlangıç sayılmaz, ama banyonun ardından sucuklu yumurtalı kahvaltı şahane.
Kendime gelmem öğleni buldu, dünden yorgun gözlerim ve ağrıyan ayaklarım biraz normale döndüğünde arkadaşımla haberleştik.
Ne yazık ki taşıyacağımız şeyler filan da olduğundan arabayla çıkmak gibi bir akılsızlığa düştük.
Ataşehir'den bizim buraya gelmesi zaten 1,5saate yaklaşmıştı, hangi yola sapsak lanetlenmiş gibi kilitlendik ve sonunda köprüye ulaşmamız 1 saat daha aldı.
Buna karşılık köprüyü geçmemiz 2.5 dakika, ardından Eminönü-Karaköy civarında otopark kuyruklarına el sallayarak dolanmamız da 45dk. civarında sürdü.
Sonunda deliliğe vurup ona buna laf atmaya başlamıştık ki; yakında çalışan eşine arabayı "Al canım ne yaparsan yap!" diyerek kakaladı arkadaşım. Biz bugünlük çilemizi doldurmuştuk artık!
Eminönü alışverişinden evvel bir mola alalım istedik, yine yanlış seçimle Karaköy Starbucks'a oturduk. Masaları koyarken yanına sandalye sığacak mı hesap etmemişler sanırım.
Meymenetsiz tavuklu sandviçten sonra Tahtakale sokakları bizi "Welcome to chaos!" şeklinde karşılıyordu. Dantel renkleri ve dokuları arasında bonzai kafası yaşadık.
Kadıköy vapuruna binerken hem aşırı üşümüş, hem acıkmış ve yorulmuş, hem de bu günü böyle tükettiğime epeyce sinirliydim. Yine de eve varabilmenin huzuru vardı derinde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder