10 saat uyumuşuz.
Dinlenmiş uyandık, yarıda bıraktığımız Shining'i sabah sabah bitirdik.
Kahvaltıyı doyurucu yaptık; tulum peynirli domatesli tost üzerine sucuklu yumurta...
Bugün 16:00 seansına yine Feriye'deyiz-aslında öncesinde Galata Rum Okulu'ndaki bienal işlerini görmeyi planlıyorduk ama baktık olmayacak gibi.
Evden çıkmamız öğleni geçince Kadıköy çarşısında Vedat'tan methini duyduğumuz pizzacıda yiyelim, dedik.
Genç, bıyıklı, hoş bir abimizin açtığı küçük pizzacı çarşının tam ortasında. Yediğim en iyi pizza değildi, hamuru incecik ve çıtır çıtır ama quattro formaggide sanki tek çeşit peynir varmış gibiydi.
Beşiktaş'tan Ortaköy'e yürümek yarım saat sürüyormuş-nedense bana uzun geldi. Filmden önce çabucak bir latte içtim.
Kosovalı tatlı bir adamın yönettiği bu ödüllü festival filmi; babasının peşinden Almanya'ya gitmeye çabalayan 10 yaşlarındaki Nuri'nin öyküsü. Arnavutça kelimeleri tanımak eğlenceliydi benim için, hatırlamak...Amcasının yanında sığıntı gibi yaşayan babası, Balkanlardaki herkes gibi çaresice bir çıkış aramakta... Oğlu ayak bağı oluyor ona sadece, bakılması gereken bir çocuk, doyurulması gereken bir boğaz, yine de kendince seviyor belki... Bir gün Karadağ'a gitmek için tıkış tıkış otobüse biniyor, amacı oradan deniz yoluyla Almanya'ya iltica etmek. Kaçmak için önce beline sarılıp bırakmayan oğlunu itekleyip zorla uzaklaştırması gerekiyor.
Fakat erken olgunlaşmış Nuri kararlı; amcasının düğün için biriktirdiği parayı çalıp, itinayla sakladığı tüfeği satarak babasının peşinden gitmek için elinden geleni yapıyor. Tüm zeki çocuklar gibi baş belası-aklına koyduğunu yapıyor. Mülteci botuyla İtalyan sularında karanlıkta giderlerken, kimseye güvenemeyeceğini öğreniyor.
Aç kalmak, sokakta yatmak, yaralanmak pahasına Nuri, babasının yanına varıyor. Kaçış henüz bitmedi, her yeni gün başka bir mücadele getiriyor.
İçimizde bir sıkıntıyla çıktık Ortaköy'e hepimiz-hissettim bunu. Beşiktaş'a konuşmadan yürüdük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder