Hangi bugünü yazsam bilmiyorum?
Bugün çok güzel bir günmüş gibi başladı; sabah kahvaltının ardından planımız bienali gezmekti. Görecek o kadar çok iş vardı ve şehrin tamamına öyle yayılmıştı ki nereden başlayacağımızı bilemedik. Galata Rum Okulu ile başlayıp Karaköy istikametine gideriz diye düşünüyorduk...
O sırada Ankara'da art arda 2 patlama oldu.
Rum Okulu'nu daha ziyade binası için gezmeyi seviyoruz; burada koşturduğumuzu, merdivenlerinden inip çıktığımızı, sınıflarında derse girdiğimizi hayal etmeye bayılıyoruz.
Mısırlı sanatçının tuz tüccarlarını anlatan çalışması giriş katını kaplıyordu; tuz kristallerini bal peteğinin yapısıyla bağdaştıran bu değişik çalışmada Obama ile Erdoğan'ı aynı gemiye bindirmişler.
O sırada insanlar havaya uçtu, kollar bacaklar koptu.
Üst kata çıktık; burada Ermeni ve Hint sanatçıların çalışmaları sergilenmekteydi. Hintlinin yaptığı kömür madeni işini beğendim; ufacık kapkaranlık bir odada sunuluyor ve ancak el fenerleriyle gezilebiliyor. Madencilerin klostrofobik hayatlarını iyi yansıtmıştı.
Ermeni mimarların İstanbul'u nasıl güzelleştirdikleri malum; kartonpiyer ustalarının ellerinde şekillenen motiflerin sergilenişi de hoşuma gitti.
En etkileyici parçalardan biri şüphesiz; Ermenilerden geriye kalan çiftliklere ait hayvan kemikleri ile Sivriada'ya sürgüne gönderilen binlerce köpeğin kemiklerinin kullanıldığı işti.
Kemiklerden kartonpiyer tasarımları düşünmek kimin aklına gelir!
Ürpertici...
Çatı katına tırmanınca boğazın seslerinin İstanbul zillerine karıştığı bir odada bulduk kendimizi.
Başımız dönmüştü ki; terasa çıktık. Burası en sevdiğimiz yer!O sırada insanlar yerde kanlar içinde can çekişiyordu.
Kitapçıktaki rotaya bakıp Bankalar caddesi üzerindeki mekanları belirledik; eski bir banka kasasının içine götürdü bizi önce.
Enver Paşa'nın savaştan korumak için sakladığı İznik çinilerinin firari motifleri mukavva kartonlara ve ahşap kutulara oyulmuş...
Tuhaf, enteresan bir iş ama iyi fikir kesinlikle. İstanbul'un tarihininde bir mini kesite odaklanmasını beğendim.
O sırada kim bilir kimler kimleri kaybetti. Birçoğumuzun haberi yoktu daha, olayın vahametinden.
Birkaç bina yanındaki Vault Otel'in bir odasında sergilenen işi görmeye gittik ardından; robotlarla oynatılan kuklalar... Ne acayip!
Piyaniste eşlik eden hüzünlü dansçının kusursuz mekanik hareketlerini, tahta mimiklerini izledik...
Beyoğlu'na tırmanırken bir başka otelin altındaki sarnıçta sergilenen işi merak ediyorduk-belki sarnıcı daha çok. Videoda Nietzsche alıntıları yaparak teatral monologlar kuran bu garip hayvan maskeli insanlar ne anlatmaya çalışıyorlardı? Anlayamadık.
Bizi neden bu kadar öldürmeye çalışıyorlardı, bir türlü anlayamadık. Kim kendinde onlarca insanı parçalama hakkını görebilir, kavrayamadık. Ölülerini kaldırmaya çalışanları neden engellerler aklımıza sığdıramadık.
Beyoğlu her şeye rağmen yine çok güzeldi; eşsizdi. Zarif bir art nouveau binasının giriş katına açılan restorana, hemen karşısında dünya biralarını içebileceğimiz küçük şarküteriye, caddeye doğru uygun fiyatlı ev yemekleri sunan eski mekana hep hayranlıkla baktık, özlediğimizi hissettik.
Yüksek tavanlı eski binayı koruyarak restore etmiş otele minnettar kaldık, burada geçireceğimiz bir hafta sonunu hayal ettik ve şık bir yerde kahve molası verdik.
Bugün güzel bir gün sanıyorduk, barış mitingi için bir araya gelen insanlara güveniyorduk.
"İnsanlar öle öle biter mi?" dedim sevgilimi teselli etmek için.
Ağlamaya başlar gibi olup tıkandı, sustu.
Galatasaray'a çıktığımızda saldırıya lanet eden kalabalığın gözlerine utanç, çaresizlik ve acıyla baktık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder