Epeydir görüşemediğim arkadaşımla Beyoğlu'nda buluştuk, biraz keyifsizdi. Birer içki içebileceğimiz kısa vaktimiz vardı, görüşmeyeli neler yaptığımızı da araya sıkıştırdık.
Uzun bir ilişkiyi bitirdikten sonra, üst üste kısa birliktelikler yaşayınca insana bir umutsuzluk çöküyor ya-o konuştukça onu hatırladım.
Akşam filmekimine biletimiz vardı yine, yetişemeyeceğini sandığım erkek arkadaşım son dakikada gelince sevindim, ama gergin buldum onu. Birkaç saatlik şehirler arası yolculuk, yetişme stresi ve iş yorgunluğu, açlıkla birleşince huysuzlaşmıştı. Rahatlatmaya çalıştım, ama filmi de beğenmeyince epey sinirli oldu. Olsun varsın-ben de arada böyle davranıyorum sanırım.
Çocukluğumun en heyecanlı masalları hep cadılar oldu; bu yüzden midir Ortaçağ atmosferinde büyücü öyküleri seyretmeye bayılıyorum hala...
Ormanın ortasında bir evde, küçücük loş bir odada kalıp gecenin seslerini dinlemek fikri beni heyecanlandırıyor...
Filmdeki aile; 17. yy.da İngiltere'den Amerika'ya göç etmiş fazla dindar, çağın bağnazlığından kurtulamamış insanlar. Başlarına şanssızlıklar gelmeye başlayınca, lanetlenmiş hissedip bu kötü şansın sorumlusu olan cadıyı aramaya başlıyorlar.
Bebek kardeşi gözü önünden kaçırıldıktan beri şüpheleri üzerine çeken evin genç kızı mı cadıdır, yoksa kaybolduğu evine tuhaf bir hastalığa tutulmuş halde dönen erkek çocuk mu?


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder