Memleket dolaylarına kısa bir kaçamak yapmak niyetiyle Kırklareli'ne yola koyulduk bu pazar sabahı... Kahve demlemiş ve yanında birkaç poğaça getirmişti erkek arkadaşım, yolda kısacık kahvaltı içimizi ısıttı.
Kıyıköy; kahvede bile bira içen, Atatürkçü Trakya insanını tam yansıtıyor! Türkiye'nin muhafazakar olmayan nadir köylerinden, bunun dışında pek bir özelliği de yok aslında.
Koyun otlatan amca selam veriyor uzaktan, mandalar biraz ürkütücü bakıyor gözlerimizin içine...
Bu haftasonu hava tüm yurtta yağışlı ve soğuk; burada daha yağışlı ve çok soğuk! Fırtına korkutucu, rüzgar çocukları yere düşürüyor. Akşam limanda dolaşalım derken sırılsıklam olup otel odasına kendimizi zor atıyoruz.
Fırtınada doğanın içinde vakit geçirmenin apayrı bir keyfi var! Lokantalarda sobalar yanmış, üstünde çaydanlık kaynıyor. Yaşlı kadınlar, çocuklar, herkes sigara içiyor. Rakı içmeyene Tekirdağ'da zaten adam denmiyor.
Aya Nikola manastırından geriye kalan taş yapıyı su basmış, sütunları yosun tutmuş ve önünde bulunan ahşap yapının yerinden artık yol geçiyor. Dişleri dökük bir Çingene abi kendi kendine bu 6.yy. kilisesinin bekçiliğini üstlenmiş. Biraz dertleşip içeriyi geziyoruz...
10dk. arabayla gezerseniz aynı yerin önünden 4 defa geçeceğiniz söylenen Kıyıköy'de tuttuğumuz otel tam yamaçta, rüzgarı cepheden alıyor. Fırtınadan balığa çıkamayan balıkçıların dün getirdikleri palamutlardan büyük bir tanesini ızgaraya attırıp, bir porsiyon da tekir söylüyoruz.
Roka salatası, midye dolma, köz patlıcan mezesi, balığı öldürmek için olmazsa olmaz soğan ve elbette bir ufak rakı... Taze, lezzetli, hoş sohbetli, yan taraftaki ocakta yanan ateşin mayıştırıcı etkisiyle keyifli bir erken akşam yemeği yedik.
Dönüşte yol üzerinden manda yoğurdu, keçi peyniri ve köy yumurtası almak için yer yer durmayı ihmal etmedik. İstanbul'un canavarlaşan yeni kule-semtlerine tiksintiyle bakarken 2. köprüye geliverdik-sonrası şehir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder