İki kıtaya yayılmış dev bir şehirde yaşamakta olduğumuzdan, hayatımız zaman zaman işkenceye dönüşebiliyor- özellikle de bu kıtaları bağlayan köprü kapandığında!
Bir hevesle güneşli bir sabaha uyandım, hemen atmak istiyordum kendimi dışarı, ama biraz beklemem gerekti.
Cihangir'e ulaşmak için: minibüs caddesine yürüyüp, önce çift katlı otobüsle 1. köprüye doğru, fakat o da ne?- köprü hala açılmamış, Avrasya maratonundan sonra, o zaman mecburen 2. köprü yoluna, amma da tıkalıymış of!- Ümraniye'den geri dönüp tünelden gıdım gıdım ilerleyerek yeniden 1. köprü istikametine ve dayanamayıp Altunizade'de indikten sonra sonunda Üsküdar'dan motorla hemencecik Kabataş'a ve daha bitmedi-yer altından Taksim'e...
Bezdiren yola ve şaşırtan soğuğa rağmen yılmadık, Cihangir sokaklarını arşınladık ve hep adlarını duyduğumuz ama bir türlü denemeye fırsat bulamadığımız şurada-buradaki cafeleri keşfettik. Acıkınca bruschetta pizza söyleyip paylaştık. Yaşanılası, tatlı bir mahalle burası; kedileri tosun gibi ve sokakları hep sürprizli...
İstiklal'de epeydir uzak kaldığımız eski göz ağrılarımıza bir ziyaret yaptık- pasajlar! Bir zamanlar kendimize elbiseler, küpeler aldığımız bu alternatif mekanlar artık ruhsuzlaşıp çoktan enteresanlığını yitirmişler.
Köşebaşındaki amca bize bonus geçti ve dev bardak nar-portakal sıktı.
Tünel arızalı olunca Galata'dan inerken karşımıza rengarenk sevimli t-shirtler çıktı. vapur beklerken yorgunluk dizlerimizden ayak bileklerimize indi.
Upuzun bir Beyoğlu gününün daha sonuna geldik, aslına bakarsanız bizi tam kesmedi, bunu saymaz yine geliriz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder