5 Mart 2018 Pazartesi

3173

(03 MART CUMARTESİ)

Madem ki Antep'te 1 günümüz var; onu iyi değerlendirelim!
Erken kalkıp kahvaltıda mantarlı omlet istedik, çok modern ve düzgün bir otelde kalıyoruz.
Fazla oyalanmadan çıktık, ilk durağımız Zeugma Müzesi.
Burası beni tahminimden çok daha fazla etkiledi; Helenistik dönemin en güzel örnekleri olan mozaikler, güneydoğu Anadolu'da Dionysos kültünün izlerini görmek, art-deco, art-nouveau ya da 60lar-tüm dönemlerin sembol motiflerine MS.2./4.yy.dan kalma bu panolarda rastlamak eşsiz bir deneyimdi.
 Perspektifle verilen derinlik efekti...
 Neptün/Posedion bezemelerinde fon oluşturan deniz canlıları..
 Gerçekten ilham verici ve büyüleyici detaylar...
1700-1800 yıl evvel buralarda yaşayan zenginlerin villalarının zeminlerini süsleyen Pagan desenleri...
Bugün bile benim diyen tasarımcının kurgulayamayacağı kompozisyonlar...
 Müzeden çıkışta anneme bir kutnu kumaştan dokuma fular beğendim, açık gri zemine siklamen rengi ikat desenli çok hoş bir parça seçtim. Kahve molasını güneşli havada, hanlardan birinin avlusunda verdik.
 Antep'in eski şehir merkezi aslında Eminönü'nü andırıyor; çarşısı Mısır çarşısının küçüğü sanki... El yapımı deri otantik ayakkabılar yapan yemeni ustalarıyla tanışıp sohbete dalıyoruz, kendimize birer çift çok havalı ayakkabı alıyoruz.
 Eski camileri güzel, hepsi benzer tarzda siyah-bej taşlardan yapılmış. Çarşıda bakırcılar ile yemenicilerin yanında, baharatçılar sıralanmış. Amacım zaten buradan bol bol salça ve pul biber almaktı, elimde kaşığımla acı biber ve güneşte kurutulmuş domates salçalarını deneye deneye geziyorum.
Günün sonunda bavulumuzda 10 kilo salça, çeşit çeşit pul biber, sumak ve zahter, iki Antep işi kutnu ipek fular ve 2 çift yemeni ayakkabı ile bu şehre veda ediyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder