Yeni güne uyandık ve doyurucu bir kahvaltı ile başladık. Yalnız omleti patatesli ve ekmek arası getirmeleri epey değişik oldu!
Bu hasırlı balkonlar, küçük çıkıntılar yapan zarif cumbalarla evler bir harika...Katedral devasa ve ezici demiştim, Arap camisi üzerine inşa edildiğinden kulesi de minare aslında.
En beğendiğimiz bu kule oldu.
İçerisi kasvetli geldi bana, katolik dininin en karanlık dönemini yansıtıyor aslında.Turist gruplar gezmek istediğimiz yerlerin girişinde sıra olmuşlardı, biz de fazla beklemek istemiyorduk. Yerli arşivlerine baktık; İspanyol kaşiflerin Amerikayı keşfini anlatan gravürler ve el yazmaları sergileniyor.
Plaza de Espana'ya gittik öğleden sonra, insafsız sıcak altında yürümek zordu.
İspanyol-Amerikan fuarı için 1929'da park içine inşa edilmiş bu şehir meydanı, bana biraz yapay geldi nedense.
Uzak doğulu turistlerin akınına uğramıştı, Çini korkuluklarla çevrili köprüler gerçekten etkileyiciydi.
Akşamüstü serinleyip kendimize gelmek için sangria molası verdik; bir litreyi nasıl içtik hatırlamıyorum bile!
Bu akşam yemeğini şansa bırakmayıp 1670 tarihli çok eski ve klasik bir restoran olan El Rinconcillo'dan masa ayırttık.
Köşede, alt katta fıçılar üzerinde bira ve tapas servis edilen, üst kattaki odacıklarda masa ve sandalyeleri salaş olan bu mekan bana Sultanahmet Köftecisi'ni anımsattı.
Bir şişe kırmızı şarap yanında boğa antrikot ile ördek istedik.Tıknaz sevimli garsonun önerisi gerçekten lezzetliydi, her şey olması gerektiği gibi ve enfesti. Burası en sevdiğimiz yer oldu, sürekli anıyoruz.
Mutlu mesut ayrıldığımız restorandan sonra Pepe Peregil barına oturup birer bira içtik. Barmen şarkılara eşlik ediyordu, duvarlar Peregil resimleriyle doluydu, kendine has karakteri olan bir mahalle barıydı-çok sevdik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder