
Sabah kahvaltımızı bu kez churros ile geçiştiriyoruz; bir İspanyol klasiği olduğunu biliyordum. Denemeden dönmemiş oldum ama bir daha yemem! Bilmeyenler için: şerbetsiz tulumba tatlısını çikolata banıp yiyorlar.
Odadan erkenden ayrılıp Malaga'nın çok sevdiğimiz eski peynirinden yaklaşık 3 kilo aldıktan sonra otobüsle Sevilla'ya geçiyoruz.
Herkes bize tatile çıkmadan önce Malaga'dan ziyade burayı seveceğimizi söylemişti, tersine biz başta buranın havasını çok da sevemiyoruz. Daha büyük, kalabalık, gürültülü ve karmaşık bir şehir.
Ortaçağ döneminde yapılan bu dev gotik katedral, dünyanın 3. büyük kilise yapısı imiş. Gerçekten insanı ezen bir atmosferi var.
Plaza de Toros denen boğa güreşi arenasına bir göz atıp kaçıyoruz.
Genel olarak hep hardal sarı ve kiremit rengi binalar olması çok hoşuma gitti, tam hayalimdeki İspanya!
Akşam alışveriş caddelerini geziyoruz, buraya henüz alışamadık ve Malaga aklımızda kaldı.
Sokak arasında eski bir yere oturuyoruz: La Taberna del Gongora adlı bir tapas bar.
Izgara balık tabağı istedik, ama baya gibi geldi bize.
Sürpriz tapas seçkisinde midye salatası, kızartma bacalao balığı, mantarlı tavuk sote vardı.
Bu akşam otel odamızdan memnun değiliz, yarın daha güzel geçer diye umut ederek uykuya dalıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder