(24 EYLÜL PERŞEMBE)
Bu sabah sağlam uyandım!
Kahvaltının ardından bayram telefonlarımı sıraya koydum.
Her tatilimizde bir çeşit kahvaltı rutini geliştiriyoruz ya-çok gülüyorum. Nereden başlayıp hangi peyniri alacağız, ekmeği nasıl kızartacağız ve hangi reçel lezzetli, 2. gün öğreniyoruz. Yumurta tabağını taşırken ve çayları tazelerken kendiliğinden iş bölümü geliştiriyoruz.
Vakit geçirdikçe kaldığımız yeri eleştirmeye başlıyoruz; haklıyız da-çok daha keyifli bir yer yaratılabilirdi. Her kafadan fikirler çıkıyor: kimi fayansları yeniliyor, hepimiz banyoya bir şekilde el atıyoruz zaten, kimi mutfak ve kahvaltı salonunu deniz manzarasını açacak şekilde geriye alıyor...
Neden bir türlü sahiplenip emek verilmiş bir yere rastlamıyoruz? Çoğunlukla ticari, vasat işletmelerle dolu ruhsuz bir hava hakim böyle yerlere.
Bugünü adanın koylarını dolaşmaya ayırdık; tuz gölü kenarında biraz duraklayıp dikenlere bakıyor, kemik topluyoruz. İnsan gözünün ancak insan yapımı olmayan manzaralarda dinlendiğini düşünüyorum.
Kite yapanların salaş yerinde birer bira içip, ayaklarımızı denize sokuyoruz. Su durgun ve ılık. Başka bir koyda ise rüzgarlı, burası sörf eğitim merkezi. Geniş alana yayılmış taş binalarda iyi görünen konaklama ve restoranları var.
Bir koydan diğerine giderken arabada kıvrıla kıvrıla tırmanmaktan midem bulanıyor biraz, İmroz adamı sarhoş eder!
Bu akşam Kale Otel'in limandaki restoranına oturuyoruz. Burası ilk gelişimizde kaldığımız yer; biraz daha klasik havada. Mezelerden barbunya, şakşuka, cevizli kabak, yoğurtlu kırmızı biber seçiyoruz. Her meyhanede ahtapot denemeye kararlıydık zaten, burası sarımsaklı yağ ile servis ediyor. Sanırım gördüğüm en iri barbunları sipariş veriyoruz.
Dost sohbetiyle aheste, kıvamında bir gece...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder