Aşırı sıcak bir günün öğlen üzeriydi; bizi servise yetiştirecek vapuru otobüs gelemediğinden kaçırmıştık. Madem bizi Haliç'teki sergiye taşıyacak servisi kaçırmıştık, öncesinde epeydir beklettiğim filmi banyoya bırakayım, dedim. Galata'nın kısa yokuşlarında normalin üzerinde terliyorduk ki Karaköy semalarında uçan kırmızılı beyazlı balonlara gülümsedik...
Sütlüce mahaline vardığımızda içeride sanat öğrencileri, yabancı galericiler ve bir takım sosyetik tiplerin olduğunu bildiğimiz fuar salonuna merakla girdik. Düşündüğümden daha ufak çaplı bir sergiyle karşılaştım, beni çok da heyecanlandıran bir iş görmedim desem yalan olmaz.
Kişisel ilgi alanımıza giren bir takım kuşlarla karşılaşınca hemen sevindirik olduk.
Siyah-beyaz kalp atışı titreşimlerini andıran ve yıkık dökük evlerin soyulmuş duvar kağıtları gibi görünen hoş dokular gördük.
Sih bir sanatçının geri dönüştürdüğü atık tuğla kullandığı çalışmasını gülümseyerek seyrettik. Hindistan hayallerimizi kışkırtan, ön yargıları hedef alan iyi bir işti.
Sanattan başımız dönünce biraz ara verip bahçeye çıktık. Deniz havası taze ama, Güneş amansızdı.
Kendime en yakın hissettiğim bu "bıçaklı puant"lar ile "tehlikeli topuklu ayakkabılar" oldu...
Öğleden sonra acıkmış ve oryantasyonumuzu şaşırmış halde sıcağa çıktığımızda; Kasımpaşa pidecisini arayacak gücü kendimizde bulamayınca Karaköy'e geldik.
Cağ kebabını Karaköy'de bugün ilk deneyişimizdi ama, Köşkeroğlu'nun şöbiyeti bir klasik.
Pişmanlıkla haz arasında bir yerlerde kaybolmuşken, Kadıköy vapuruna koştuk...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder