22 Şubat 2014 Cumartesi

1703

(21 ŞUBAT CUMA)

Dostoyevsky romanından uyarlama The Double; benim de çokça kafayı taktığım kim-lik-siz-lik vaziyeti üzerine zekice bir kara komedi.
Yalnız bir parça seyretmesi zor; atmosfer öyle bunaltıcı ve eksik olmayan makine gürültüleri, sis, uğultu son derece rahatsız edici.
Protagonist; kendini Pinokyo gibi hisseden silik bir genç adam. Ürkek ve ezik halleri insana fenalık geçirtirken, her türlü aksiliğin haksızlığın onun başına gelmesi seyirciyi güldürüyor.
Son derece distopik, Kafkaesk tabir edebileceğim bir ofiste çalışmakta; her şey denetim altında olup farklı bir makinede fotokopi çektirmek bile sorun çıkarabilmekte. Colonel denen albay üniformalı ulaşılması çok güç bir zat tarafından işler idare edilmekte.
Bu ruh karartıcı işten başka küçücük odasında yapacak daha iyi bir şey bulamayınca baş kahramanımız, karşı apartmanda oturan genç ve masum bir kızı gözetlemekte. Artık saplantılı hale getirdiği bu aşka tutunmuş ve kızın kırmızı mürekkeple çizip sonra yırtıp attığı illüstrasyonlarını çöpten toplayıp yeniden yapıştırarak saklamakta.
Derken iş yerine tıpatıp kendisine benzer görünüşte, fakat tam tersi baskın ve arkadaş canlısı karakterde yeni bir adam alınıyor. Herkesin ilgisini çeken bu karizmatik genç adamın kendi yüzünün aynısına sahip olduğunu nasılsa hiç kimse fark etmiyor.
Dublörü ile başta bir menfaat ilişkisi kurmaya başlayan baş kahramanımız; yazdığı başarılı raporları ona vermekte ve takdir görme kısmını ona bırakmaktadır. Çok hoşlandığı kızı tavlamak için utangaçlığını yenmesi konusunda taktikler almakta ve karşılığında dublörü yerine girdiği sınavları başarıyla vermektedir. Giderek köle-efendi ilişkisine dönüşen vaziyetleri; adamın ev anahtarını da dublörüne teslim ederek yersiz yurtsuz kalması ve hatta sevdiği kızı ona kaptırmasıyla çıldırtıcı hal alır...
"Yüzümü çaldın!" diye bağırarak bir protez kolla iş yerinde dublörüne kendini kaybetmişcesine saldırdığı sahneyi hatırlıyorum şimdi. Filmin girişindeki intihar sahnesinin sonunda tekrarlanmasını bekliyordum zaten; nedense bana Polanski'nin Tenant'ını anımsattı.

Psikolog bir arkadaşımla birlikte izlediğim filmdeki Protagonist ve Double kavramlarının psiko-dramada da kullanıldığını öğrendim. Birkaç yıl önce lunaparkta yaptığımız bir çekimi de hatırladım şimdi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder