(31 OCAK CUMA)
Acelesiz telaşsız karşıya geçip, henüz hava tam kararmadan Beyoğlu'nu gezmeyi özlemiştim. İş için koşturmaya değil, hafta sonu gecesi içip dans etmeye değil, sakin sakin ara sokaklarda dolaşmaya çıkmayı...Ne güzel olur!
Vapuru kaçırdığıma zerre kadar üzülmedim; çünkü çantamda hem bugünün hem dünün gazetesi vardı. İstanbul'u Avrupalılaştıran soğuğa dayanabilmek için meydana çıkan merdivenlerde beremi, eldivenlerimi taktım. Mantom eski, kocaman ve ağır olduğu halde hafifçecik sarındım yürürken.
Cihangir'e doğru bir ara sokaktan girip yol kenarındaki her gördüğümde sevdiğim cafe'ye oturduk. Yüksek tavanlı eski bir bina burası, Çukurcuma ruhu: duvarları tuğla, masaları ahşap, müşterisi enteresan. Çay kahve söyleyip sohbete daldık; ne de olsa en rahat koltukları kapmıştık ve sokaktan geçen turistler bize bakıp içeri girmeyi istiyorlardı. Uzun süreli ilişkisini yeni bitirmiş arkadaşla konuşmak elbet biraz buruk, ama onu kendine hakim ve makul görmek, aslında olması gerektiği gibi olduğunu fark etmek rahatlatıcı. O anlattıkça ben hatırladım; korkunun buz gibi bir bıçak olduğunu, kestiğini.
Bir başkasını sevmek hem fena halde ihtiyaç, hem çok zor-insan genelde bir noktada çuvallıyor. Neyse ki İstanbul her derde deva; kim bilir belki kendi de dertli olduğundan, senin derdini yutar yok eder...
Biz tavandan yere kadar cam cepheli cafenin en rahat koltuklarına kurulmuş, iki insanın birbirini anlamasının nasıl bu kadar zor olduğundan bahsediyorken mesela İstanbul bize karşımızdaki binanın üst kat balkonunda havada asılı gibi duran dev bir terazi ağırlığının iki yanından çıkan beyaz melek kanatlarından göz kırptı. Nasıl yani, diye sormayın-olur, her şey olur.
Kalkıp Galatasaray'a yürüdük, eskiden bildiğimiz bir kitapçı hala sevimli vitrin yapıyormuş ve geçen senelerin pek popüler bir butiği kapanmış. Burada her şey olur.
Etrafıma bakmaya kendimi verebildiğim gün, muhakkak yeni açılmış bir şarap evi ve gözden kaçmış bir iki dükkan keşfedecektim; bu akşama kısmetmiş. Kapıda bekleyen sıraya bakılırsa kitlesini çoktan kazanmış olan, daracık bir koridordan ibaret mekan, yerli şarap çeşitlerini zengin, menüsünü mütevazi tutmuştu. Anadolu şaraplarının yanına memleket mezelerini katık ettik: köz patlıcan, muhammara, peynir, kuru et-bence gayet de güzel olur.
Tatlı vişne şarabının gevşettiği iki genç kadın gibi mutlu çıktığımız mekandan, kol kola yukarı yürürken otobüs duraklarının değişen yerini bilmeyişimize gülüyorduk. Geçtiğimiz yaz destanlar yazılan o çok kıymetli parktan geçtik tanımadığımız bir çifti takip ederken-siz de garipsemeyin artık canım!
Eve dönüş daha çok ıslak bereler, yorgun ayaklar ile üşümüş yüzler hakkında bir cümleydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder