(01 ŞUBAT CUMARTESİ)
Boyacıköy vs. Bağdat cd.
Boyacıköy'ün taze havası çarpar adamı, başını döndürür restore edilen edilmeyen köşkleri.
Denizi çarpar şap diye yanağına, rüzgarı, mehtabı, şarabı, şiiri fena çarpar.
Bağdat caddesi diye bir yer var bizim aşağıda; bir çok salak karamel şuruplu cafe latteleri, herkesin sırtındaki mont markaları filan için sever.
Amerikanvaridir; yani caddesi geniş, menüleri megaboy hipertansiyon, gezinenler solaryumzenci.
Bizimkiler desen tam bir alem-bir çoğu buraya ait hissetmez; aslında bu şehri tanımazlar da ondan. Bilmezler köhne kuytuları neler neler saklar.
Dağın tepesine kurulmuş bir "zenginler ormanı"na yıllardan beri hapistirler de görmezler. Havası da aksi gibi mezarlık havasıdır; puslu, rutubetli.
Elitler dağından inip de lütfedip Güneş'e çıksalar gözleri kamaşacak; hayranlıktan ağızları kapanmayacak akşama kadar-inanmazlar.
Bu ülke Amerika'da hayata 2. sınıf vatandaş olarak tutunmaya çabalarken hayatı ıskalamak üzere çok mükemmel genç nesil yetiştirir-üniversite sınavından yüksek puan almanız ve biraz da buralara ait hissetmemeniz yeterli.
Aşağılık kompleksi konusunda hiç endişelenmeyin-bizler yüzbinküsür dolarlık arabalarımız ve havuzlu evlerimizle zaten buna çalışıyoruz. İçinde bebek bakıcısıyla yattığımız evlerimize siz, elbet dışarıdan bakabilirsiniz.
Boyacıköy yokuşunu tırmanmak terletir adamı, sıralanmış emlakçılar, bir berber, kahve, bir martı...
Çağırır usul usul seni, beni, yüz vermeyince arkamızdan ıslık çalar-serserinin tekidir!
"Cemal*'i sevsen, benden bile daha beter mutsuz ederdi seni!" demişti bir vakit, kendini savunmaya çalışan eski sevgilim-işte bu adamları karşıma çıkaran Boyacıköy yokuşlarını ben terk edemem.
"Sokakları ıhlamur kokan bir şehirde yaşamak ne güzel!" yazdığını okumuştum bir keresinde dünyanın en harika adamının. O şükrettiği şehir İstanbulumuzdu. Ait hissettiğimiz biricik yer şu koskoca dünyada!
*Cemal Süreya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder