11 Aralık 2013 Çarşamba

1631



*Haneke'nin filmi "Das weiße Band"(Beyaz Bant)ta Rudi'nin ölümle tanışma sahnesi*

Sabırsızlara Yazının Ana Fikri: Evren'den belanızı istemeyin, gözünüzü seveyim.

Az sonra yazacaklarım, muhtemelen yeni sayılmaz; son 10 yılda sinsice hayatlarımıza giren ve artık iyiden iyiye yerleşmiş bulunan evrencilik furyası üzerine benden evvel ve benimkinden çok daha usturuplu elbet pek çok eleştiri yazılmıştır. Yine de kendimi tutamayacağım, canınız çekerse okuyun.

Kendinden Memnun Olmamak Meselenin Özü

Son zamanlarda kimseye kendi olmak yetmiyor, farkında mısınız? Hababam bir başkası, daha genç ve mükemmel görünen biri, öfke ve nefretten arınmış, kıskançlığını dizginlemiş pamuk gibi biri olmaya çalışıyor millet. Yogaya başlıyor, ateş nefesleri ile arınıyorlar, ruhunu dinlendiren egzersizler yapıp, keyifli mantralar tekrarlayıp, evrenden dilediklerini isteyerek kendilerine çekiyor, sonra her geleni evren gönderdi sanıyorlar. Dikkat şekerler! Belki de o; bastırmaya çalıştığınız iradenizdir?

Bir ihtimal: aradığınız iş, beklediğiniz adam -zira itiraf etmek lazım ki bu evrencilerin ekserisi kadındır ve kendilerine çekmeye niyet ettikleri hep bir adam olur- bu olmayabilir; siz öylesine canhıraş çağırdığınız ve hasretle beklediğiniz için yanılmış da olabilirsiniz. Bir ihtimal, ama düşünmeye değer - sizi aptal gibi gözükmekten kurtarabilir. Belki siz seçebilirsiniz istediğiniz işi, evi, insanı ya da kim olmak istediğinizi ve nasıl bir hayat yaşamak istediğinizi; belki de seçemezsiniz. Seçmek için uygun ruh halinde olmayabilirsiniz ve bunun için kimse sizi suçlayamaz, ayrıca seçimleriniz bir süre sonra değişebilir de, bu da size bağlı. Yani bir ihtimal; bugün evrenin gönderdiğine yarın lanet edebilirsiniz.

Ölümle Yüzleşememek, Büyümeyi Reddetmek Gibi Bir Şey

İnanmak; şüphesiz büyük güçtür, placebo etkisi kanıtlanmıştır: inanan biri hastalığını daha çabuk atlatabilir, şanslıysa kanseri yenebilir, diyete girdiyse daha hızlı kilo verebilir, yıllardır hazırlandığı sınavı bu sefer kazanabilir fakat ne yazık ki inansa da inanmasa da ölecektir. Üzgünüm, bir çoğunuzun deli gibi yaşlanmamak ve ölmemek istediğinizi biliyorum ama, hepimiz öleceğiz. Mesela ne kadar kassak da evrenden ölümsüzlüğü çekemeyişimiz bundan.

Ölüm; öyle bir darbe ki aslında, hayat boyu üst üste birer birer tuğla koyarak ördüğümüz duvarın hiç hesapta yokken aniden yıkılıvermesi, tüm birikimimizin elimizden hiç sorulmadan alınması... Başımıza gelen en acımasız şey; artık var olmamak. Yok olmak basbayağı. Bu yutması öyle zor lokma ki; öte-dünyalar uydurmuşuz tarih öncesinden beri, kimsenin görüp de dönmediği diyarlara inanmışız. Öldükten sonra yargılanmayı, günahlarımıza karşılık akla sığmayan işkenceler çekmeyi bile göze almışız, yeter ki ölüm son olmasın, ödül ve ceza olsun, bitmesin ama bir şeyler daha olsun! Düşünün; ölümü kabullenmek bu kadar zor.

Ben pek çoğunuzdan evvel tanışma fırsatı buldum ölümle ve neredeyse hiç korkmadım ondan; yani sondan. Öldükten sonra toprağa gömülmeyi, saprofit bakteriler tarafından organik bileşenlerime ayrıştırılmayı heyecan verici buldum. Çürümeyi, yok olmayı, artık bu dünyadan özgürleşmiş ve benden geriye hiçbir şey bırakmadan gitmiş olmayı, dönüşmeyi heyecanla bekliyorum, çiçek açma ihtimalimi seviyorum. Das Weisse Band filmindeki çocuğun hayal kırıklığını, kabullenemeyişini, öfkesini izlediniz değil mi? Ne kadar gerçek, nasıl doğal ve harika!

Anti-aging Ruh Estetiği Modasının Yarattığı Pamuk Şekerler

Evrenciler, işte hepimizde doğuştan var olan bu çok değerli hislerden arınmaya çalışıyorlar; yeni moda bir ruh estetiği bu: Yeterince harika bulmadıkları insanı değiştirmek istiyorlar. "Öfkenden kurtul!" diyorlar, "Korkularını yen!" ve "Nefretinden arın!". Arzuyu küçümsüyor, bir yandan komik duruma düşerek arzularını evrene havale ediyorlar. Evrim sürecinde türümüzün devamı için elzem olan korkularımızı suçlu buluyorlar; yüzbinlerce senedir zehirli otlara, tehlikeli hayvanlara ve ateşe yaklaşırken dikkatli davranmamızı sağlayan korkularımızı... Şekerler, korkulara hapsolmak elbette pek sağlıklı değil, ama korkusuz doğsak, hayatta kalamazdık. Nefret ve öfkeden arınmış pamuk şeker olsak, hayatta kalamazdık; zira yaşamak için öldürmeye bir vakitler mecburduk. Gerekirse yine yapabilmeliyiz.

Öfkeden bu kadar korkmayın, savunma sisteminizin bir parçası o; ne kadar erseniz, kendinizi meditasyonlara verseniz de ne siz ne de hiç kimse savunmaya ihtiyaç duymayacak kadar güçlü olamaz, bana güvenin. Hepimiz kırılganız, hepimiz benciliz, hepimiz kıskanabiliriz ve bütün bunlar ilkel olduğumuz anlamına gelmez. Diyelim ki gelir; ilkel kalmayı kendimizi inkar etmeye tercih edelim bence.

Doğu mistisizmi de benzer şekilde kuzulaştırıyor bizi; tüm arzulardan arınmayı öğütleyen bu vejetaryan felsefe pasifleştirici, yumuşatıcı. Arzularımıza köle olmak tehlikesi bir yana, arzulamaktan vazgeçmek yaşarken ölmekten başka ne anlama gelebilir? Korkmayan, tiksinmeyen, nefret etmeyen, kısaca dış etkenlerden hiç etkilenmeyen, düşmanlık beslemeyen ve bencilce hareket etmeyen, yani kendinden önce başkalarını düşünen, sinirlerini aldırmış gibi her şeyi kabullenmeye hazır bir insanın, cidden soruyorum: yaşamaya hevesi kalmış mıdır artık? Ot olalım ulan bari hepten, inek olalım!

İnsanı insan yapan her şeyi ile kabul etmeyip bir kısım yanlarını sindirmeye, kesip atmaya çalışmak en hafif terimle küstahça değil mi? Ben bu hareketleri anti-aging müdahalelere benzetiyorum; burun kemerinden korkuları törpüleyelim, gıdıdan hırsları ve arzuların tamamını alalım, dudaklara herkesi seven gülümseme yapalım, yanaklara da az keyif dolgusu- tamamdır! Bir dakika- bu bir kuklaya benzedi.

"İnsan istediğini yapabilir ya gerçi, ne istediğini arzulayamaz." *

Ben de herkes gibi normal olmak istiyorum oysa: her sabah sporunu yapan, ardından müslisini kaşıklayan, terk edildikten sonra "Aslında giden erkek yoktur" mavalını okuyan ve yaşam koçu ile yürüyüşe çıkmak için desteyle para veren, bu rutinden çok keyif alan kadınlar gibi olmayı hiç istemiyorum! Ben de sağlıklı şekilde korkmak, arada kilo almak ve zamanla yaşlanmak, kırılmak, hata yapmak, bir vakit sonra hatalarımdan öğrenmek, şanslıysam korkularıma gülebilmek isterim. Ben yaşamak isterim; istediklerimden ziyade arzulamayı kutsayarak, beni esir almayan, farkında olduğum öfkemden ve bencilliğimden gurur duyarak yaşamak isterim.

Adanmış göründüğünüz samimiyetsiz seanslara, şekilci rituellere lüzum yok şekerler; arayış içinde saldırdığınız bütün bu meretlerin modası kısa zamanda geçecek. Hiç biri sizi, oturup şöyle salim kafayla içtiğiniz bir fincan kahve kadar uyandırmayacak, güvenin bana. Uyanış sekiz seansta olmaz zaten, arınma kendini değiştirmeye bu kadar çaba sarf ederek gerçekleşmez, olgunlaşma başkasından öğrenilmez. Herkesten fazlası olacaksam; kendimi terbiye edeceksem de: arzularımı hiç bastırmadan, kendim alamadıklarımı evrenden beklemeden, evrensel çekim yasasına değil irademe inanarak, hayatın acı ve adaletsiz tesadüfleri karşısında zaman zaman esneyerek, kaybettiklerimi de değersizleştirmeden, en önemlisi her aklıma geleni isteyemeyeceğimi bilerek ve neyi arzuladığımı seçerek...

İsteyerek yaşamak isterim!




* Schopenhauer'in tercümesi zor fakat bence bu şekilde tercüme edilmesi uygun olan ünlü aforizması:
"Der Mensch kann zwar tun, was er will, aber er kann nicht wollen, was er will."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder