(10 ARALIK SALI)
Bazı günler çalışmak için değildir, kafa toplamak için hiç değildir, başından beli eder bunu; kahvaltıdan sonra bile dalgınımdır, bu dünyada değilimdir, aklıma eskiden kalma şeyler gelir oturur, haberim bile olmadan kurduğum türlü türlü hayaller dolanır kafamda...
Bugün böyle günlerden biriydi; mesela okullu olsam, okulu asmak ve sahile inip yalnız başıma oturmak, suskun öylece, ellerim ceplerimde saatlerce oturmak için güzel bir gün olurdu. Kurumsal çalışan olsam-ki böyle zamanlarda olmadığıma şükrediyorum-işten kaytarıp telefonumu kapamak, gün boyu bilgisayarı hiç açmadan, diyelim en sevdiğim cafenin hafta içi boş olan en sevdiğim masasına kurulup fincan fincan kahve içerek kitap okumak için harika bir gün...
Ben bu sefer, kar soğuğuna aldırmadan ve hatta üşümekten zevk alarak cadde boyunca yürümeyi, kendimi güzel hissettiren taptaze pembe bir ruj almayı ve sinemaya gitmeyi seçtim. Bir tamamlanış hikayesi tercih ettim afişler arasından bana gülümseyen; ışıklı bir hikayeye benziyordu.
Temmuz'un hikayesini anlatarak başladı film; Galata'da benim ürünlerimin de satışta olduğu butiğin hemen yan dairesinde yaşayan, gay bir heykeltraş imiş bu adam. Biraz bağımlı bir karakter; sevgilisine, anneye, içkiye... Klişeleşmiş "anlaşılamayan sanatçı bunalımları"na düşüp çıktığı, tek kişilik kahveyle uyandığı, köpekli bir hayatı var; kendini hep diğerlerinden başka hisseden bir çocuk bu. Bu "tutunamayan" haline rağmen, epeyce severdim gerçek hayatta karşılaşmış olsak.
İhsan; onun düş meleği, hem laneti hem ödülü genç bir çocuk. Onu tanımlamak için ne yazık ki söylenecek ilk ve tek şey; kolları ile bacaklarının doğuştan olmayışı. Böyle bir insanı anlatmak için başka laf bulunmuyor, bir meziyeti yokmuş, daha doğrusu bu haliyle hayatta kalması bile meziyetmiş gibi. Belki de öyle.
Rüyalarında "onu kurtarması"nı söyleyen temiz yüzlü bu çocuğu günün birinde trafiğin ortasında görüveriyor Temmuz. Peşinden gidiyor, inanılmayacak neşesiyle hayatına katlanmaktan öte yaşamını sever görünen annesi ile konuşup İhsan'a haftanın 3 günü kitap okumaya gelmeyi teklif ediyor. Böylelikle başlayan tanışmaları, Hakan Günday'ın Kinyas ve Kayra'sını okumaları bahanesiyle-bir yandan filme esin kaynağı olmuş bu hikayeyi anımsayarak-ilerliyor.
Derken, aniden bir sabah, kadersel karşılaşmalarının manasını açıklayıveriyor İhsan: "Öldür beni!" diyor. Kendinden emin, ne istediğini biliyor, herkes için en ağır yük olan bu çocuk ölmek istiyor. Ölebilecek mi acaba? Temmuz onu kurtarmak için öldürebilecek mi?
Naif karakterleri ve birbirlerine tutunarak "dünyanın kralı" olan iki adamın kollarını olabildiğine açtıkları "mutlu son"u ile içimizi ferahlatan film; her şeyden öte umut veriyor, kış ortasında baharı hatırlatıyor, "her şeyi yapabilirim!" güveni pompalıyor.
Hiç kimseye ihtiyacım olmadığını hatırlatan, kışın ilk karlı akşamı, suskunlukla geceye eriyor; yalnızlıktan mutlu, yalnız kalmamaktan umutlu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder