22 Ağustos 2013 Perşembe

1517

(19 AĞUSTOS PAZARTESİ)

Tatil rutinine alışmamız pek kısa sürdü; daha ikinci günden kendimizi hiç ayrılmayacağımızı sandığımız bu küçük memlekete ait hissetmeye başladık...

Sabahlara serin ve loş taş binada uyanmaya, bu defa kendi hazırlamadığımız kahvaltıya oturmaya, fazla pişmiş katı yumurta yemeye, kahvaltımızı birkaç kediden korumaya çalışmaya alıştık ilk.

Ardından, el ele manasız bir neşe haliyle sahil boyunca karşıdan sert esen rüzgara direnerek yürümeye, kendimize birer şezlong bulup palmiye gölgesi kapmaya, daha güzel bronzlaşabilmek için sürekli pozisyon ayarlamaya, gazetenin her kelimesini okuyup arka şezlong muhabbeti dinlemeye alıştık.

Duşa giderken Türkçe pop bombardımanına tutulmaya alıştık.

Hayatımızda karşılaştığımız en esprili mısırcı amcanın süt mısırlarını "5 liradan 3 eksik" fiyata satmasına da...

Hava kararmaya ve serinlemeye başlarken, iskeledeki, daha ilk seferde en sevdiğimiz oluveren Yengeç'e oturup kafa dengi garsonlarına meze ısmarlamaya alıştık. En beteri, yemeye alıştık yahu- balığın tazesine, hiç tatmadığımız mezelere, midyenin en leziz hallerine alıştık.

2 akşamın birinde rakı, diğerinde bira içmeye epeyce alıştık sonra.

Rakı muhabbetlerine, arada inceden hüzünlenmeye, geçmiş kırgınlıklarımızı hatırlayınca ellerimizi daha sıkı tutmaya alıştık.

Serin yaz sonu akşamlarında el ele, kaygısız yürümeye, odaya hafif yorulmuş, çok yemiş ve rahatlamış dönmeye, sarılıp uyumaya fena alıştık...


























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder