21 Temmuz 2013 Pazar

1488


Arkadaşım; Şeytan...

Köhne barlarda üç beş çapulcuya çalan ezik genç rock gruplarının birinde, aslında çok kaliteli olduğu yıllar sonra anlaşılacak, değeri henüz bilinmeyen çirkin bir gitaristtim, sene 80 bilmem kaç. Şapkasız çıkmıyordum kat'iyen, zira söyledim ya; hakikaten de çirkindim. Bir gece vakti, her önünden geçişimde uzun uzun bakmaktan kendimi alamadığım vitrindeki gelinlikli taş manken ile dertleşiyordum ki, birden dibimde bitti. Kimdi? Siyah pardösü giyinmiş, ekose atkısını boynuna atıvermiş, çok sessiz, kurnaz ve uğursuz bir kedi gibi sessiz, komik denebilecek bir papyon takmış orta yaşlı gözlüklü bir beydi. "Satar mıydın gerçekten?" diye aniden sordu. Ruhumu, yani.

Faust'tan bahsettiğimi işitmiş, nasıl işitmiş bilemedim ama, içimden konuşurken beni dinliyormuş. Kafam hepten gidik, dedim kendi kendime, bırak allasen! Döndüm, baktım yok olmuş. Salladım başımı, ellerim ceplerimde mankene eyvallah, dedim.

Hop! - Bir an önümde bitti. Sakindi, kesilmeye götürüldüğünü bal gibi bilen bir koç kadar sakindi. Afalladım. Neydi? Ruhumu ona satmam karşılığında bana istediğim her şeyi vaat edebilecek Şeytanın ta kendisi miydi?

"Ruhun da beş para etmez gerçi ama, yine de işim bu benim!" dedi özür dilercesine. Ne diye beni böyle aşağılıyordu pezevenk?! Gülümsedi, "Vakti zamanında doktor Faust'un arzularının zenginliği ile seninkilerin sefilliğini kıyaslayınca..." diye yanıtladı dillenmeyen sorumu. Kaşlarımı çattım, çünkü korkmuştum.

"Seni 5 yıl içerisinde hayal bile edemeyeceğin yerlere getiririm, dünyaca ünlü, zengin olursun, her şeyin olur."

"Hayali bile güzel be abi! İnsanlar beni duysunlar istiyorum, anlasınlar istiyorum!" Heyecanlanmıştım.

"Duyacaklar! Sadece şu yumurtaya üfle..." Burnumun dibine yumurta tuttu.

"5 yıl sonra ne olacak?" O kadar kolay kabul edecek değildim ya!

"Hepsi senin olacak; para, şöhret... Yalnızca artık bir ruhun olmayacak."

Üfledim gitti!

Bey amca anında yok oldu, şaşkın şaşkın etrafıma bakınırken birden vitrin camı şangır diye indi, gelinlik giymiş bir kadın-bu taş manken değil mi lan?!- çıktı ortada dans etmeye başladı. Ulan kafayı hepten kırdık galiba!

Büyüleyici güzelliği karşısında ezildim de gerginliğimi gizlemek için çıkardım sırtımdan gitarımı, şarkı söylemeye başladım. Kadın döne döne yaklaşıyor, uzaklaşıyor, kollarını kaldırıp indiriyor arada bir de bana göz kırpıyordu. Rüyaya bak!

Şarkı bitince beni kolumdan çekti götürdü, kendi evime götürdü, demek bunca zaman ona içimi dökerken beni çaktırmadan dinlemiş, kim bilir belki ben giderken vitrinden çıkıp peşimden gelmişti...

Eve girer girmez, tek kelime etmeden, ama hep gülümseyerek yatağa attı beni- kendi yatağıma attı. 10 yıldır gerdek gecesini bekleyen kurtlanmış deli gelin gibiydi, azgınlığı ürküttü beni. Sabaha karşı uykuya dalmışım...

Uyanırken başıma deli bir ağrı girdi, ağır ağır hatırıma geldikçe o gece bar çıkışı meydanda, gelinlikçi vitrini önündeki bankta beliren papyonlu adamın suratıma tuttuğu yumurtaya ruhumu üfleyişim, kıkır kıkır güldüm kendime. Ne rüyaydı ama!

Zar zor doğruldum, bir bardak su içeyim istiyordum, kapı çaldı.

Açtım, karşımda o adam! Siyah uzun pardösüsü, atkısı, gözlüğü, tilki bakışları, papyonu da yerinde!

Gözlerim karardı, yumurtayı cebinden çıkardığını görünce. O günden sonra hiçbir şey aynı olmadı.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder