17 Haziran 2013 Pazartesi

1452

(15 HAZİRAN CUMARTESİ)

"Nasıl anlatsam, nereden başlasam, kaç kişiydik o zaman, kaç kişi kaldık şimdi?..."

Cumartesi akşamı, geçen gece valinin dienişçilerden bir grubu ikramlarla ve sahte de olsa güler yüzle kabul etmesinden yola çıkarak, artık herhangi bir müdahale yapılmayacağını düşünerek Gezi Parkı'nda arkadaşlarla toplanmaya, oturup sohbet etmeye gittik...

Etrafta kökleşmiş çadırcı çapulcu gençliğin haricinde çocuklar, yaşlılar, anneler, evsizler, sokak çocukları, köfteciler, çaycılar, revirde bekleyen doktorlar yahut tıp öğrencileri, kısaca herkes vardı. barikatların hemen arkasında parkın iki çıkışında saf tutmuş polisi gördüğüm an, bir şeyler olacağını sezdim. Tedirginliğimi bastırmaya çalışarak arkadaşlarla buluşup bir yere oturduk. Tanımadığım bir çocuğun "Son bir sigara içelim..." diyerek gülümserken sigara yakışını hala hatırlıyorum.

Ses bombaları başladı, birbiri ardına, ama korkmuyorduk. Herkes birbirini sakinleştiriyordu, ardından havai fişekler atıldı. Gerilimin tırmandığını hissedebiliyordum, ayakkabılarımızı giymeye başladık. Yavaştan kalkalım derken ilk gaz kokusu geldi. Bir arkadaş bize maske verdi, bir çadırdan dağıtılan gözlüklerden aldık. Hazırlıksız gelmiştik; zira maksadımız savaşmak değildi...

Yakıcı gaz parkın içine iyice yayılırken arka taraftan çıkmaya başladı insanlar; herkes "Hastalara, kadın ve çocuklara öncelik!" diye bağırıyordu. Biz de o arada Divan Oteli yönüne ilerledik, panik yoktu henüz, kimse dağılmıyordu. Her gaz bombasında az daha geriye çekilip durup, yine slogan atıyorduk. "Faşizme kaşı omuz omuza!"

Müdahale arttıkça geri yürüdük, Point Otel yakınında konuşlanmış polis grubu tazyikli suyla saldırmaya başladı-ki sonradan bunun sek su olmadığını öğrenecektik: katiyen kimyasal olmayan insanların sırtını kıpkırmızı yapan, bacaklarını yakan ilaçlı su...

Kalabalıktan kimse paniğe mahal vermeden, herkes birbirini olası izdihama karşı uyararak ve acı çeken, fenalaşanlara yardım için "Doktor!" diye bağırarak bir arada durmaktaydı. Şiddet artarak sürüyordu; sonunda İstanbul Radyosu'na kadar çekildik. Bir yandan alana ilerlemekte olan arkadaşlarla haberleşmeye çalışıyor, bir yandan da yanımızdaki birkaç kişiden ayrılmamaya gayret ediyorduk ki o sırada polis arkadan önümüze sayabildiğim kadarıyla 3 gaz fişeği attı. Göz gözü görmez oldu, yine de kaçmaktan başka seçenek yoktu, mecbur gazın içinden geçecektik. O an herkes koşmaya başladı, ama birbirini ezmeden.

Zaten gevşek toz maskem pek işe yaramıyordu ve gaz soluyordum, ne kadar kötü olabilir ki, diye düşünerek sakince gaz bulutuna koştum. Arkadaşlarımızdan koptuk, nereye koştuğumuzu göremez olduk, anında nefesim kesildi, kalbim kulaklarımda atmaya başladı, gaz ciğerlerime oturdu, deniz gözlüğü kar etmedi gözlerim sulandı, burnum aktı, kollarım bacaklarım yanmaya başladı, nefesimi tutmaya çalıştım uzun süre ama mecbur nefes aldım sonunda ve anında öksürüğe boğuldum, maskemi arada bir saniyeliğine indirip tükürdüm ağzıma dolan gaz tadını, içimden hep "5 dakikaya geçecek, bunlar geçecek.." diye tekrarladım.

Erkek arkadaşımın elini hala tutuyor olduğumu görünce rahatlar gibi oldum, fakat onun da kötü olduğunu, iki büklüm öksürdüğünü gördüğümde biraz korktum, aslında ben de çok kötü oldum ama sesim çıkmadı. İnsanlar bağırıyor, gözleri akıyordu, ben sessiz kaldım ve sandım ki kimse duymadan, gıkım çıkmadan orada öylece ölüp kalacağım, kimse fark etmeyecek artık olmadığımı...

Nasıl yaptık bilmiyorum, bir ara sokağa saptık şuursuzca, tam sola dönerken bacağıma bir gaz kapsülü isabet etti ve iki ayağım arasına düştü, nerede geldiğini görmedim, sesini hiç duymadım, hatta hissetmedim bile. Yalnız aşağı bakarken ayaklarımın gaz bulutunda kaybolduklarını görünce anladım. Sokaklara girdik, gazdan uzaklaşınca maskeleri indirdik, tükürüp öksürerek yürüdük, yürüdük...

Pencerelerde herkes tencere çalıp ıslıklarla direnişe destek veriyordu, esnaf dükkanları önüne çıkmış bizi alkışlıyor, yol gösteriyordu. Kendimi biraz daha güvende hissetmeye başladım o an ve erkek arkadaşıma "Ben çok kötü oldum aslında orada." dedim. Yanımızdan yürüyen kızlar hemen solüsyon aradılar benim için.

Kendimizi Feriköy taraflarında ıssız sokaklarda bulduk, ne yapacağımızı bilmeden yürüyor, bağırıyor, küfrediyorduk. Herkes ayaktaydı, o sırada müdahale Nişantaşı'na kadar yayılıyordu muhtemelen. Sora sora Bomonti'yi bulup o gaz bulutunda kaybettiğimiz arkadaşın evine sığındık. Eve girer girmez üzerime yapışan bluzu çıkarıp attım ve yanan kollarımı, bacaklarımı yıkadım. Bu yanma hissi ertesi gün ancak geçti.

Arkadaşların da bir apartman boşluğuna sığındıklarını, o hengamede düşüp dizlerini incittiklerini dinledik. Hep beraber oturup yerlere haberleri seyrettik, öğrendiklerimizi paylaşıp birkaç sigara yaktık ve ara sıra ağlamaklı olduk. Merak eden anneleri arayıp sakinleştirdik, kaybedilen arkadaşları arayıp sakinleşmeye çalıştık. Gece devam ediyor, vahşet sürüyordu. Divan oteli'ne sığınan, içinde yaralıların, annesini kaybetmiş çocukların, milletvekilleri ve yabancı basının da olduğu kalabalığa polisin ısrarla gaz sıkıp üst kattaki odalara sıkıştırdığı haberleri gelmeye başladı. Cihangir'de Alman Hastanesi'ne tazyikli su sıkan tomaları izledik. Tophane ve Kasımpaşa taraflarında eli sopalı aklı evvellerin insanlara saldırdıklarını duyduk. Yüzlerce sivilin, hatta doktorların dövülerek göz altına alındığını öğrendik. Aklıma geçen gece meydanda piyano dinlerken ne kadar mutlu olduğum ama içimde bir buruk şüphe ile "Belki de son güzel gecemiz..." deyişim gelince ürperdim.

Kediler bile huzursuzdu evde. Sabaha karşı pencere aralığından gaz sızmaya başlayınca camları kapıları kapatıp kabussuz uykular umut etmeyi bile kendimize çok görerek yataklara girdik. Bu lanetli gece sona ermeliydi, belki uyursak unutabilirdik...

Sabaha mide bulantısı ile uyandık, içimize sinen o uğursuz gaz kokusu her nefeste sanki ağzımızdan çıkıyordu, hep duyuyorduk. Apar topar dışarı çıkıp dönüş yoluna koyulduk, Osmanbey dün geceki çatışma izlerini taşıyor, yanık kokuyordu ve simitçilerde muhtemelen sabahlamış baretli insanlar çay içiyordu. Mecidiyeköy'den metrobüse yürürken karşımıza çıkan tomaya tükürüp geçtik. Ele ele yürüyorduk, ellerimiz sımsıkı...

Eve varır varmaz haberleri açtık, elbette artık hangi kanalları izleyeceğimizi bilerek, Harbiye'de müdahalenin sabah sabah başlamış olduğunu öğrendik, hala ortalıkta gazdan göz gözü görmüyordu. Dün gece Bakırköy'den, Çekmeköy'den, Gazi'den, Kartal'dan dahi kalkıp ana yolları trafiğe kapatarak köprüyü geçmeye çalışan, direnişçilere desteğe gelmek isteyen binlerce insanın yürekliliğine hayran olduk. Jandarma ve polis tarafından Altunizade, Uzunçayır, Acıbadem'de durduruldukları halde bir kısmı saatlerce yürüdükten sonra köprüyü geçmeyi başarmış, Mecidiyeköy'de ulaşmışlar.

Bütün bunlar olurken kendi halkına öldüresiye saldıran utanmaz devlet erkanı yalanlarıyla halkı ikiye bölmekten çekinmiyor, kendi seçmenini bizlere karşı kışkırtmak için elinden geleni ardına koymuyordu. Güç gösterisi mitingleri planlıyor, halka kapattığı ulaşımı kendi destekçilerine açıyor, bir yandan da çadırlara gülünç "deliller" yerleştiriyordu. Anlaşılan bizi aptal sanıyor, aptallaştırmaya çabalıyordu...

Tarih neler gördü, neler geçirdi. Bugünleri de elbet yazacak, hiçbiri unutulmayacak.

Kimler bu cehennemin ortasında seslerini yükseltip halkı birleştirir, baskıya karşı, zulme karşı direnebilirse, onlar kahraman olacak!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder