16 Haziran 2012 Cumartesi

1089

Bugün bize resmen yaz geldi!

Yakıp kavuran Güneş'i selamlamak için, hayvanat bahçesi gezmeye karar verdik. Aslında epey evvelden alınmış fakat mecburen ertelenmiş bir karardı, kısmet bugüne imiş...

Sabah erken uyanmayı istemiştik aslında, ama haftanın yorgunluğunu atabilmemiz için, gözlerimizi açtıktan sonra daha bir iki saat yatakta debelenip dönüp durmamız gerekti-şüphesiz bu günün en keyifli vakti!

Dünden kalma börek ve taze demlenen kahveyle yapılan çarçabuk bir kahvaltı ile yetinmeyip yolda yemek için bol pekmezli simitlerden aldık. Yollar uzadıkça yolculuk giderek daha keyifli, daha sohbetli bir hal alıyordu-şehirden ve gündelik hayatın bağlarından uzaklaşmanın verdiği özgürlük duygusuyla olsa gerek...

Birazcık şaşırmadan sonra Darıca hayvanat bahçesinin tabelasına rastlandı, takip edilerek yolculuk tamamlandığında öğlen sıcağı bastırmıştı. Bas bas bağıran papağanları renk renk görüp geçtikten sonra sıra dev kedilere geldi; ki onlar benim için dünyanın en seksi hayvanları! Beni pek çok insandan daha fazla tahrik ediyorlar-hele o kalın enseleri yok mu!-catwalk yürüyüşleri sırasında omuzlarının aldığı şekilden mi, ağır ağır suya girişlerindeki tehlikeli görkemlerinden mi bilmem-ben vahşi kedilere hayranım!







Bengal ve Sibirya kaplanlarının çizgili kalın postlarına, dev patilerine, rastgele oturuşlarında bile nasıl güzel gözüktüklerine bakakaldıktan sonra oyuncu bir kuşun leoparın kuyruğunu cesurca gagalayıp durmasını izlerken çok güldük. Kedilerin belki de en şahanesi jaguarın, simsiyah parlak kısa tüylerine tezat oluşturduğundan hemen göze çarpan kopuk kuyruğunun yerindeki pembe yarası ise içimizi burktu. Öğrendik ki bu, dişisinin ona çektirdiği ilk eziyet değilmiş; önce patisini pençelemiş, sonra da aradaki tellere rağmen kuyruğunu koparıvermiş! Aşk tehlikeli şey...

Vahşi kedilerden sonra sıra sürüngenlere geldiğinde nemli ve dayanılmaz sıcaklıkta sera gibi kapalı küçük odalara girmek zorunda kaldık. Kamuflajın kralı iguanalar, turunculu yeşilli pütürcüklü kabuksu derili, adeta ölü gibi hareketsiz duran ve bana hepsi kertenkele gibi gelen birkaç çirkin şey daha...






Bazı hayvanlara acayip özendim! Minik bir yapay şelale altında üstüste oturan kaplumbağalara mesela ve aynı bize benzettiğim birbirinin bitlerini ayıklayan maymunlara...



Bazıları bana kalın enseli koca göbekli ve tatlı mı tatlı bir adamı hatırlattı-mesela gölgede devrilmiş yatan ayılar! İstediğim kadar ısırıp vurup üstünde zıplayabilirim ve hiçbir şey olmaz!



Ne menem bir tür olduğuna akıl erdiremediğim, fakat kesinlikle dünyanın en şirin şeyi olan minik hayvancıklar vardı bir de; arada bir ne maksatla hiç bilemiyorum fakat iki ayakları üstünde dikilip etrafı kolaçan etme huyları vardı-kahkahaya boğulduk!



İşte bu çok sıcak ve çok eğlenceli günü, insansı maymunlar, uçan uçmayan kuşlar, tükürecekmiş gibi gelen lamalar, oturan arslanlar, çizgili kaplanlar, pumalar, sürüngenler, kertenkeleler, öpüşen balıklar arasında geçirdikten sonra, komik aynalarda komik fotoğraflarımızı çekerek dönüş yoluna geçtik.



Dönüşte daha bir şımaran sol omzuma karşılık ondan bile daha şımarıklaşan sevgili şöförüm beni önce Bayramoğlu'nda ayran-soda molası vermeye ve ardından meşhur bir köfteciye götürdü. Afiyetle yedikten sonra bu hafta sonu ne kadar olsa şehir dışına çıkmış olmanın verdiği tatilci havasıyla, üstelik omuzlarım pembeleşmiş vaziyette ve yorgun ama mutlu, eve döndüm...






























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder