3 Haziran 2012 Pazar

1075

(02 HAZİRAN CUMARTESİ)

Uzun zamandır ertelenmiş bir haftasonu planını gerçekleştirmek üzere güneşli bir cumartesi öğlen vakti Emirgan'a gidip Rembrandt ve Çağdaşları sergisini gezdik.

Hollanda'nın altın çağını yaşadığı kabul edilen 17.yüzyılda ışığın ressamları neler yapmışlar, yakından görmek için sabırsızlanıyorduk.


Rembrandt'ın bu belki de en ünlü resminde bir anatomi dersine tanık oluyoruz; o dönemde insan vücudunu doğru tanıyabilmek için, rönesansta da adet olduğu gibi, kadavra kesmek tercih edilen bir yöntemdi.


Dahice kompozisyonlar kurup seyircinin gözlerini resmin her yanında dolaştırmayı başaran Flemenk ressamların işlerine hayranlıkla uzun uzun baktık. Aziz Luka Loncası Yöneticileri 'ne bir bakın: Leonardo'nun Son Yemek'inde esrarengiz bir sembol olduğu ileri sürülen gizemli M burada da mevcut; ortada, elini başına dayamış oturan kederli adamın merkezinde durduğu ve yanındaki ikisi ayakta ikisi oturan figürlerin seyirciye baktığı ideal bir kompozisyon. Kederli adamın baktığı yöne gözlerimi çevirince arkada kalan figürleri de fark edebiliyoruz. Böylelikle tüm resim okunabilir oluyor.


Rembrandt'ın ustalık eseri sayılan Gece Nöbeti'nde yine, en kalabalık kompozisyonların bile ustalıkla altından kalkmış olduğunu görüp hayran kalıyoruz: Önde altın rengi giysilere bürünmüş adam, ışıkta nasıl da parlıyor ve hemen yanındaki siyah giymiş adamın karanlıkta kalmasıyla vurgulanıyor. Çok belirgin şekilde sol üstten vuran ışık altında ışıl ışıl yanan bu baskın figürün baktığı yönü takip edince, arkasında kalan küçük kızı fark ediyoruz. Altın giysili bu küçük ikinci figür olmasaydı, şüphesiz öndeki asıl figür yalnız kalırdı. Hemen o küçük kızın yanındaki kırmızı giysili adamın oluşturduğu göz alıcı kırmızı leke, öndeki siyahlı adamın doladığı kırmızı şalla hafifletilerek öne taşınmasa, bu mükemmel denge bozuluverirdi. Her şey, ressamın kurduğu kusursuz dengenin ayrılmaz bir parçası; öyle ki bir lekeyi bile çıkarsak büyü bozulacak...


Bu müthiş ressamlar, 17.yy. Flemenk ekolünü oluşturmuşlar demek sanırım yanlış olmaz. Flemenk ekolünü tanımlayan en belirgin özellik, herhalde ışığı esas alması olsa gerek. Bu fırtına kopan denizde, bir anlık aralanan kara bulutların izin verdiği Güneş ışığı sağ üstten vuruyor ve öndeki iki geminin karanlığa gömülmelerine sebep olurken, arkadakinin şişmiş yelkenlerini vurguluyor. Her bir resmin, asıl anlatmak istediği ışıktır; bunu da en iyi yanına koyulan derin gölgeler anlatır. Her şeyin zıttı ile var olduğu kuralı burada bir kez daha hatırlanıyor...



Porte ressamlığında da ustalaşan Rembrandt'ın otoportrelerinden birer örnek görüyoruz; gençliğinde son derece yumuşak ve yedirilerek eritilmiş fırça darbelerinden oluşan yüzü bize buğulu buğulu bakarken, ileri yaşlarında cesurca vurulmuş darbeler vasıtasıyla hafif kederli haliyle beliriyor.



Hollanda'nın altın çağını yaşamasında şüphesiz önemli yeri olan bu usta ressamlar, idealize edilmemiş, gerçekçi porteleriyle ün salmış ve detaylarda yeteneklerini ortaya koymuşlardı.



Hollandalı ressamlar arasında en çok sevilenlerden biri de şüphesiz Vermeer'in seyriciyi içeriyi gözetlemeye davet eden oyuncu kompozisyonlarıdır. Kendine özgü renk paletiyle kolayca ayırt edilen Vermeer'in resimlerinde hiç bir şeyin tek renk olmadığını, öne çıkan bir baskın renk olmasıyla birlikte, aslında her şeyin bir çok rengi farklı miktarda taşıdığı görülür.



Pek çok defa karısını model alan ve Roma bahar tanrıçası Flora olarak resmeden Rembrandt'ın bu portrelerinde birbirinden apayrı yapısal özellikler gösteren farklı dokuları nasıl çalıştığına hayret ederiz: Kadının saçları, teni, inci küpeleri, giydiği dokuma ve saçına taktığı çiçeklerin her biri kendine has bir dokuya sahip olan özgün malzemelerdir ve ressam hep elindeki aynı boyayı aynı kanvasa sürerek bütün bu çeşitliliği vermeyi başarmıştır.

Flemenk ekolünün karanlık atmosferine, Vermeer'in Aşk Mektubu resmindeki gibi, aralık kapıdan bir göz atmış olduk.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder