(07 NİSAN CUMARTESİ)
İstiklal'in kaldıramayacağı kadar kalabalık bir turistler, gezentiler, anketörler, greenpeaceçiler, ameleler, Arap aileler, içmeye çıkmışlar ve daha nicelerinden ibaret güruh tarafından neredeyse istila edilmiş olduğunu gördüğümüzde biraz ürktük. Ama Şişhane'ye kadar inmeye sabır gösterince mükafatını da aldık: başbaşa kalabileceğimiz, konuştuğumuzu duyabileceğimiz ve cumartesi müşterisi muamelesi görmeden mesela sıcak yemek yanında soğuk bira bulabileceğimiz sakin bir köşe...
Baharın gelişini susamlı çıtır tavuk, hellimli salata ve peynirli rokalı pizza yiyerek kutladık, bu arada hediye olarak ne yapmış olabileceğim konusunda seni meraklandırmak için biraz uğraştım.
Sonra kalkıp ara sokaklarda, unutulmuş gibi duran ufak bir barda konseri beklerken birer bira söyledik, bana ilk gençliğimin deli dolu yıllarını, sana da mutlaka eskileri hatırlatan The Cure, sürpriz Offspring, arada günümüze yaklaşan bir Gogol Bordello ve hemen ardından yine geçmişe ışınlayan Franz Ferdinand şarkılarıyla nostalji yaşadık.
Ben sana bir ara eski hayatında, o zaman hayatında olan insanlarla daha mı mutluydun, diye sordum ve bunu sorarken de gözlerim doldu. Gözlerime mavi far sürmüştüm, ojelerime uysun diye ve topuklu ayakkabılarım da göz alıcı parlaklıkta masmaviydi.
"Seninle kaç kere konsere gittik, ben şimdiye kadar çok az gitmiştim, daha şimdiden senle o kadar grubu dinledik mesela." diye açıkladın; sevindim.
Zaten bazı şeyler var ki; yalnız benimle yapabiliyorsun-bazı şeyler ki buraya yazamıyorum... Ama ben biliyorum, sen biliyorsun. ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder