(13 KASIM PAZAR)
Hep dünden gidiyoruz ya; bugün de dünü anlatayım: Eşimin eski bir iş arkadaşının düğününe davetliydik akşam. Ataşehir'de bir otelde, düğün gibi bir düğündü: kokteyl ile başlayıp yemekle devam eden, sonra dans pistine çıkılan, klasiklerle dolu ama elit bir organizasyon diyebilirim. En azından müzikler 90lar Türkçe pop naifliği ile başlayıp günümüz yabancı dans parçaları ile devam etti; duyduğum kadarıyla Demek Akalın filan çalmadı.
Zamanında yine başkasının düğününde tanıştığım insanlarla kaynaşmak, biraz sohbet etmek güzel geldi; yeni evli çiftlerin birbirini çekiştirmesi komik oluyormuş.
Gelelim bugüne; zaten şarabı fazla kaçırmışım dün akşam, sabaha karşı da bir fırtına çıktı ki sesine uyandık. Uykumuzu tam alamadan öğlen üzeri uyandığımızda mükellef kahvaltı hazırladık kendimize; dün peynirli börek ve kakaolu kek pişirmiştim.
Öğleden sonramızı temizlik ve tadilat işlerine verdik, kitaplığı düzenledik, evi toparladık. Kendimi daha iyi hissediyorum düzenli temiz olunca ev.
Akşamüstü köfte patates yanına birer bira açıp, Koreli zombileri izledik. Evet-Koreli zombiler: Train to Busan.
Fazla korkutmayan ve uzun süren ama sıkmayan bir trende zombilere karşı hayatta kalma hikayesi seyrettik.
Gece veterinere gitmeye karar verdik birdenbire, erteleyip duruyorduk oğlanı kısırlaştırma işini. Bu gece kurtuluşu yoktu zavallı oğlumun, geldik yine o bahçede beklemeye oturduk. Beyninde tümör olan burnu kanayan köpeğe acımakla, böbrek yetmezliği çeken kedisine vedaya hazırlana genç kızın gözyaşlarına eşlik etmek arasında kaldık bir iki saat...
Sonunda o an gelip çattığında ameliyat masasında oğlanı enseden kavrayıp zapt etmek bana kaldı-kendimi o öyle sıkmışım ki içim fena oldu. Bıraktığım anda gözlerim karardı, kulaklarım çınladı, bayılacak gibi oldum. Oğlan yavaş yavaş uyandığı zaman ben de kendime geldim, neyse ki bir şeyi yok, eskisi gibi iyi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder