(02 ŞUBAT PAZARTESİ)
Bazı günler yağmur öyle bir yağar ki pencere kenarından ayrılıp da işe oturmak imkansızlaşır. Bazen de Güneş öyle parlar ki evlere sığılmaz.
Öyle bir yağmurlu gündü; yine yarınım belirsiz, hayat her zamanki kadar muğlak... Öyleyse neden fazla ciddiye almalı, dedim kendi kendime ve dışarı çıktım. Tertemiz, mis gibi sokaklarda şakır şakır yürüdüm.
Üşenmedim karşıya geçtim, hava kararıyordu. Bir film vardı aklımda; 10 yıl evvel beni sarsan bir İngiliz suluboyacı. Ressam yerine boyacı-daha tatlı değil mi?
Suluboya ile imtihan verdiğimiz lise yıllarında onun fırça darbelerine, boyayı püskürterek, tükürerek, kazıyarak ve sıvayarak yaptığı işlere bakar bakar dururduk. Pencereden fırtınayı seyretmek gibi, hatta daha heyecanlıydı; fırtınanın gözüne bakar gibi bakardık...
Şüphesiz bu bardaktan boşanan İstanbul yağmuru; geçen senenin öcünü alırcasına hepimizi sırılsıklam etmeye yeminli bu akşam, Mr.Turner filmini seyretmek için en güzel akşamdı.
Her bir yolunu şaşmış yağmur damlasını yahut her rüzgar ısırışını çizmek imkansız fakat, fırtınanın ne hissettirdiğini resmetmek mümkün işte: kaotik hiçliğin ortasında savrulup yalpalarken ve bilincin yitmek üzereyken, o karanlığın içindeki bir şimşek çakması anı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder