30 Mayıs 2014 Cuma

1800

(29 MAYIS PERŞEMBE)

İstanbul'a gittik bugün; hava kurşun gibi ağır...* Eminönü'ne bir vapur taşıdı bizi; gizli saklı bir bira içtik susamış ve terli terli...

Yukarı tırmandık dar yokuşlardan, ortası çukur Osmanlı tipi Arnavut kaldırımı yollardan kıvrılıp bir köşe başında durakladık. Karşıya geçip yol ağzındaki boş masaya oturduk ve Erzurum kebabı söyledik. Hafif serin bir esinti çıktı da nefes aldık. Kımıldamak, nefes almak, yemek, içmek... Toprağın altında çatlayan bir çekirdek gibi elim...**

Karnımızı doyurduktan sonra yürümeye koyulduk etrafa baka baka. 20.yy. başından süslü püslü, büklüm büklüm işlenmiş bir apartmana hayran kalırken başımızı çevirince hemen 300yıl geriye götürdü bizi Rüstempaşa Camii. Başımız dönmüştü ki; Hasırcılar Çarşısı'nın bir aralığından kıvrılıp kaybolduk. Aydınlığa varacağımıza inanamayarak pek, daracık aralıktan avluya çıktık, avludan tünele girdik ve sonunda işte... Ben yanmasam... Sen yanmasan... Biz yanmasak... Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...***
Ali Paşa Han'ına yürürken pala bıyıklı amcayı gördük karşısındaki fırının önünde, iskemlede. Amma şahsına münhasır tipler var şu memlekette! Günün 29 Mayıs olduğunu hatırlayınca "Vay be!" dedim karşımdaki adamın gözlerinin içine, "Düşünsene; yüzlerce yıl evvel bugün yüzlerce insan canı için kaçışıyordu tam da bu ara sokaklara, İstanbul'da..." Birkaç yüzyıl ileri atla, hop- şimdinin 95yıl evvelinde yine benzer manzara...
Biz ki İstanbul şehriyiz, 
işte, arz ederiz halimizi 
Türk halkının yüce katına. 
Mevsim yazdır, 
919'dur. 
Ve teşrinlerinde geçen yılın 
dört düvele teslim ettiler bizi, 
gözü kanlı dört düvele 
anadan doğma çırılçıplak. 
Ve kurumuştu 
ve kan içindeydi memelerimiz.****

Han'ın içini biraz dolandık, alçak kapılardan eğilerek girdik odacıklarına, merdivenlerini tırmanıp yukarıdan baktık avlusuna. Sıralara dizilenler arasında yerimizi aldık. Ufak tefek bir adam çıktı sahneye, sahnede antikacıdan bulunmuş bir ahşap masa, bir de sandalye. Elleriyle kollarıyla, eğilip bükülüp, fısıldayıp bağırarak başladı memleketine hasret şiirleri okumaya...
Sen şimdi yalnız saçımın akında, 
enfarktında yüreğimin, 
alnımın çizgilerindesin memleketim, 
memleketim, 
memleketim... *****

Oyun esnasında hava bozdu, rüzgar çıktı, gözlerimiz doldu. Karlı Kayın Ormanı'nı usulca mırıldanarak çıktık handan dışarı. Eve gidesimiz gelmiyordu hiç, Galata Köprüsü'nü geçiverdik de Karaköy İskelesi yakınındaki bir yere oturduk. İki bira söyledik- tam da sigara içilecek akşamdı! İki vapurun yanaşıp 72 milletten insanın boşalmasını seyrettik Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım'ın sevgilisi Yahya Kemal'e şiirlerini okutmasından konuşurken, derken yağmur çiselemeye başladı. Gece yarısı bar kapanırken kol kola çıkıp Beşiktaş'a kadar yürüdük, savruk ve kasvetli, fırtınaya dönen havada aksıra hapşıra... 



* ve *** Kerem Gibi'den
**Yaşamak Kasideleri'nden
****Erzurum ve Sivas Kongreleri'nden
*****Yine Memleketim Üzerine Söylenmiştir'den

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder