30 Mayıs 2013 Perşembe

1436

Abbas Güçlü ile genç bakış programında dün gece İstanbul'un yeni çehresini oluşturan gökdelen ve AVM.ler ile 29Mayıs fetih yıl dönümüne denk getirilerek temeli atılan 3. köprü üzerine sohbet edilirken, çoğu tarih okuyan 29Mayıs Üniversitesi öğrencisi bazı gençlerin embesilliği aklımı başımdan aldı.

Embesil diyorum; zira sözlük anlamı en yakın olan tarif bu, hakaret maksadıyla değil; elbette cahil, görgüsüz, kendini bilmez, geçmişinden bihaber de denilebilir. Herhalde soru sormak için söz alanların çoğu tesadüfen bu zeka seviyesinde idi, aksi halde bu genel durumu yansıtmaktaysa belki de üniversite giriş sınavını baştan değiştirmek lazım. 


Çok değerli Haldun Hürel hocam ve İstanbul manzaralı nitelikli romanlar yazan Ahmet Ümit hayretler ettiğim bir çabayla İstanbul'un eski ve yeni vaziyetini Dünya'dan örnekler vererek, karşılaştırmalı olarak bu kafasız gençlerin kafalarına sokmaya uğraştılar. Başarılı olduklarını sanmam.


Zira gençlerin çoğu; onları bir tür otorite gibi algılamış olacaklar ki, İstanbul'u korumaktan başka gayesi olmayan bu insanlara laf sokmayı kendilerine görev bildiler, üstelik farkında olmadan cehaletlerini ortaya serip pek komik duruma düştüler. 


Yavuz Sultan Selim adını almasıyla tartışma konusu olduğu kadar, İstanbul'a teşvik edeceği göç ve beraberinde çekeceği trafik yüzünden tartışma mevzusu olamayan yeni köprümüz İstanbul'un sırtına yüklendi, belini kıracak. İleriyi görmekten geçtim, önünü görmekten aciz bir öğrenci bu hususta "Siz saatlerce trafikte kalmaktan memnun musunuz? Köprü yapılmasa böyle devam edecek, İstanbul kurtulmayacak ki." minvalinde konuştu. Sanırsam bu şehrin köprüsü olmadan evvelki nüfus ve trafik durumu ile köprülerden sonraki durumunu hiç yan yana koyamıyor; becerebilse görürdü: halihazırda 2 saatte karşıya geçebiliyorken 3. köprümüz yapıldıktan sonra ilk sene 1 saatte karşıya geçebileceksek, ertesi sene 3 saatte geçmeye başlayacağız. Çünkü birkaç yüzbincik insan daha katılmış olacak aramıza. Belki 4, bir köprünün vakti gelmiştir diye düşünmeye başlayacağız, aslında toptan boğazı doldurup iki yakayı birleştirsek daha kolay!


Yıkılmak istenen İnönü Stadı, kaldırılmaya çalışılan Gezi Parkı vb. yerine sürekli içleri hep aynı mağazalarla dolu para tuzağı alışveriş merkezleri ve buralardan alışveriş yapacak zenginler otursun diye gökdelen rezidanslar dikilmesinin yersiz, dahası yok edici etkisinden bahis açtı Ahmet Ümit bir ara. Ona cevabı yine kahraman bir kızımız yapıştırdı: söze "Evet gökdelenlerin silueti ne kadar bozduğunu geçenlerde biz de arkadaşımla karşıya geçerken fark ettik..." şeklinde başlayan kızımız ses tonunu aniden yükseltip heyecanla "Ama...zaman geçiyor, şehirler de gelişiyor, biz bunu engelleyemeyiz!" deyiverdi. Gelişmek ile değişmek arasındaki farkı belli ki idrak edemeyen coşkulu kızımız devam etti: "Sonuçta insanların yaşayacak eve ihtiyacı var ki bu gökdelenler yapılıyor, bu da hizmet değil mi?" 


Burada bir es veriyorum; nefes alınız.


Nefes verin, rahatlayın, sakin olun.


İyimser bir tahminle 10yıl sonra o evlerde oturan hiç kimsenin çocuklarını gezdirecekleri park bulamayacağını, birinin bu kıza hatırlatması gerek. Kendisini beton bir odaya kapatıp "Hizmetimizden memnun musunuz? Size de bir yer bulduk." demek de güzel bir fikir olabilir kanımca. Yaşamak; yalnızca hayatta kalmak değildir! Kaldı ki; hayatta kalmamız bile garanti olmayabilir bu gidişatın sonunda...

Arkadaşları tarafından bolca alkış alan bu medar-ı iftihar şahıs, Haldun hocanın "Sorsam İstanbul'un 7 tepesini bile sayamazsın." kışkırtması üzerine internetten hızla cevap yetiştirmeyi çok iyi bilen etrafı sayesinde meydan okumaya kalkıştı: "Topkapı sarayı tepesi.." diye başladığı listesinin tamamını okumaya muvaffak olamadı ama, aklımda "Oranın Sarayburnu olduğunu biliyor mudur acaba?" sorusunun belirmesine muvaffak oldu.


Kahraman arkadaşının kendini rezil olmuş hissetmesine dayanamamış olacak ki, hemen peşinden bir başka arkadaşı onu kurtardı ve "Tutturmuşsunuz İstanbul 7 tepe diye.. Bir kere İstanbul 4 tepelidir!" çıkışıyla hepimizin tarih bilgisine yeni bir soluk getirdi. Heyecanla irkilmiş dinliyorduk ki, İstanbul'dan kastının Konstantiniyye olduğunu anladık da iştahımız söndü. Tarihinde 4 defa yeni şehir duvarları inşa edilerek sürekli genişlemiş olan güzel ve kadersiz İstanbul'un bugüne kalan 2. Theodosius surlarını değil, ondan bir evvelki Constantin surlarını baz alarak,  Constantin'in inşa ettirdiği surların içinde kalan bölgenin 4 tepeli olduğunu saptamış. Bunu bağırarak söylediğine göre, herhalde bir tarihi keşif olarak görüyor.


Bir diğer tarih öğrencisi kızımız, İstanbul'un bugünlerde hararetle tartışılan kentleşme ve altyapı sorunlarını mühim addetmemiş olacak ki; halkın Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılması isteğini gündeme getirdi. Anlayamadığım; bu isteğe niçin hala cevap verilmediğinin hesabını bir edebiyatçı ile bir tarihçiye sorması oldu. Yoksa kolayca tribünlerden alkış almayı hedefleyen bir gencin laflarına fazlaca mı anlam yüklüyorum? 


Kısacası ben dersimi aldım.

Artık kim bu %50 diye sormam.


Birileri cebini doldursun, ekonomi düzeliyor gibi görünsün diye inşaat sektörüne yüklenip hababam kültür merkezimsi kültürsüzlük abideleri ve kimliksiz plazalar yapılmaya neden ısrarla devam ediliyor, hiç sormam. 


Gördüm ki bazı gençlerimiz bu-çarpık da değil, iç içe, üst üste, geleceği olmayan- kentleşme biçiminden gayet memnun, hatta eleştirilmesi halinde son derece saldırganlar. 


Birkaç köşe yazarı İnci Pastahanesi ve Emek Sineması binalarının yıkımına karşı çıkılan vakitlerde oturdukları yerden attıkları tweetlerle bu protestolara katılanları küçümsüyor, bizleri "dikkat çekmeye çalışan entel takımı", "sırf muhalefet etmek için boş konuşanlar" olarak niteliyor, "Amaan zaten İnci'nin profiterolü güzel değildi, başka yerden alırız." sığlığında yorumlar getiriyorlardı. Yalnız bu iş profiterolünü elinden almakla başladı, sinemanı, elindeki içki şişesini, derken efendim parkını bahçeni, aa bir de bakmışsın üstündeki kıyafeti, gitmeyi sevdiğin mekanları, okumak istediğin kitapları elinden alıvermiş. Hadi bir süre idare edersiniz canım kardeşlerim, foursquare check-in yapabileceğiniz daha modern pastahanelere gidersiniz, köşenizde "kim şık kim rüküş" yazmayı suya sabuna dokunmadan rahatça sürdürebilirsiniz. Biraz daha sonra bir bakmışsınız orası olmazsa burası diyebileceğiniz alternatif kalmamış. 


Nereden alacaksınız o zaman profiterolü? 


Nerede yiyeceksiniz, içeceksiniz, daha mühimi nerede eğlenip güleceksiniz, yürüyüp koşacaksınız, içine edilirken dalga geçtiğiniz İstanbul'da mı?


























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder