22 Şubat 2016 Pazartesi

2433

(21 ŞUBAT PAZAR)

Pazar sabahının tadını çıkarmak yerine erkenden evden çıktık, aslında dün epey sağlam yorulmuşuz.
11:00 matinesine bilet almayı tercih etmem normalde, bu kez kaçırmak istemediğim bir film var: He named me Malala.
Pakistanlı kızın öyküsünü duymuşsunuzdur; kızların eğitimini savunduğu için Taliban tarafından vurulan ama ölmeyen, tedavisi sonrasında Nobel barış ödülüne layık görülen genç kızın öyküsü...
Belki beylik bir kahraman hikayesi ama hepten gerçek oluşu, aslında çok basit bir kız çocuğu dünyasının saf gerçekliği sarstı beni. Sadece okula gitmek isteyen sıradan bir çocuktur o, ama babası adını Malala koyduğunda kaderi sıradanın çok ötesinde çizilmiştir.
Afgan ulusunu savaşta yüreklendiren cesur kızın adını alan Malala, tam bir "babasının kızı" olarak öğretmenler arasında kültürlü sohbetlere kulak misafiri olarak büyür. Babası da bir öğretmen olduğundan, okumaya hep çok hevesli bir çocuktur. Cehaletin ortasında bir çiçek gibi rengarenk dikkat çeker.
Tabi radikal İslam terörizmi altında okula gitmek gibi masum ve sıradan, hatta sıkıcı bir rutin bile imkansız oluyor. Billboardlardaki çorba reklamlarında kadın suratına tahammül edemeyen ruh hastaları elbette okumayı, öğrenmeyi yasaklayacak ilk iş. Okulların bombalanması yetmeyince, dikbaşlı söylemleriyle sivrilen kız da vurulur.
Ama bir mucize olur; ölmez. İyileşir ve hatta, güçlükle de olsa yeniden eskisi gibi yüksek perdeden inançla gür gür konuşmaya devam eder. 
Suriye'den Kenya'ya okuldan koparılan çocuklara umut ve örnek olmaktır artık onun yazgısı.
Filmden çıkarken kendi kendime düşündüm: Kimileri parayla okuyor, kimileri kurşunla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder