22 Şubat 2016 Pazartesi

2432

(20 ŞUBAT CUMARTESİ)

Bugün için korkarım, yetişemeyeceğimiz kadar çok şey planlamışız.
Kahvaltımızı manasızca uzatıp öğlen evden çıktığımızda cumartesi trafiğiyle yüzleşince paçalar tutuştu hafiften.
Kadıköy etrafında otoparklardan otopark beğenmeye çalışarak biraz daha vakit kaybettikten sonra bir cafenin kapı önü masasında markamın tescilini hallettim.
Belki yıllardır aklımda olan bu işi aradan çıkarıverdim ya içim rahatladı!
Koştura koştura rıhtıma inip Starbucks'ın nefretlik kalabalığında 3 kat çıkıp grafiker kızla buluştum.
Kahve içmeye değil oturmaya dahi vaktim yoktu ama karton kartelasına bakıp kartvizit ve kutu tasarımı detaylarını konuşmayı başardım 10 dakikada.
Starbucks'tan Karaköy vapuruna 2 dakikada yetişmem olanaksız olduğundan 15:00 vapurunu kaçırdık ve mecbur 15:15 Beşiktaş'ı aldık.
Film festivalinden Yallah! Underground filmine biletimiz vardı, 16:00 seansına.
Demek 45 dakikada Kadıköy'den Fitaş'a yetişiliyormuş, üstelik tuvalete girme payı da dahil.
Sonunda terlemiş ve ayaklarım ağrıyarak ama kırmızı eteğim ve topuklu çizmelerimle gereksiz bir şıklık halinde sinema koltuğunda gevşedim.
Unutmayacağım ve arada dönüp dönüp izleyeceğim filmlerden biri oldu bu, Crossing the Bridge gibi.
 Mısır'da ailelerinden ayrı eve çıkan müzisyen genç kızların istedikleri gibi görünme, kendilerini ifade etme hevesi bana çok tanıdık geldi. Yine de mutlular, diye düşündüm.
"General Süleyman" şarkısı dilimden düşmedi iki gün... Lübnanlı Zeid Hamdan bunun için ulusal güvenliğe tehdit oluşturduğu iddiasıyla tutuklanmıştı.
 Tahrir meydanında toplanan insanların ağzında umut şarkıları vardı; aslında yumruklarını havaya kaldırırken ne hissettiklerini biliyoruz biz de-malum buralarda da devrim göz kırptı...
Filistin'de zeytin ağaçları ve denize gün batımını resmeden eşsiz manzaranın önünde örülmüş duvarın üzerinde oturup gitarını çalan adamı çok sevdim. Tanıyorum sanki onu.
Bütün bu güzel adamlarla tanışmak istiyorum bir gün; Ortadoğu denilen kadim ama bugün ürkütücü Arap coğrafyasının arka sokaklarında yeşeren underground klüplere girip çıkmak, en otantik müziği burada dinlemek, en tatlı sohbeti buradakilerle etmek istiyorum. Avrupa'nın kibirle göz ardı edeceği, Amerikanın zaten anlayamayacağı derinlikte insanlarla bir arada olmak, onlardan çok şey öğrenmek ve ne kadar benzediğimizi keşfetmek istiyorum. Renklerimiz, seslerimiz, tatlarımız ve kokularımız öyle iç içe geçmiş ki kendimi tam da buraya ait hissediyorum...

Bana bu insanlarla gel Dünya!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder