22 Şubat 2016 Pazartesi

2431

(19 ŞUBAT CUMA)

Son zamanlarda daha bir hakkını veriyorum sanki yaşamın, haftalarımı dibine kadar dolduruyorum da hafta sonlarımı daha bir hak ediyor gibi hissediyorum.
O zaman
Bu akşamüstü hazırlanıp çıktım, esnaf kimliğimi dünde bırakarak fönlü saçlarım ve deri eteğimle karşıya geçtim. Akşam tiyatro biletimiz vardı Muhsin Ertuğrul'da, bir klasik güldürü Şekerpare'ye...
Elbette Şener Şen ve İlyas Salman'dan yıllardır defalarca seyrettiğimiz ve her seferinde gene güldüğümüz bir hikayeyi bu kez sahnede izlemek farklı bir tat verdi. Oyun metni aslında epey eğlenceli ve zengin karakterler barındırıyor; 19.yy döneminin farklı kökenlere mensup tipleri arasında geçen ve günümüze pek benzeyen bir öyküyü anlatıyor.
Haraç kesen güvenlik görevlileri, zenginlere çifte standart uygulamalar, namuslu geçinen rüşvetçi ve çıkarcı insanlar... 
İstanbul siluetini deforme şekilde metalden resmeden dekor belki de oyunun en sevdiğim detayı oldu, şehnaz longadan nihavend longaya uzanan şarkıları zaten keyifli. Yer yer modern operaya kayan kısımlarından pek hazzetmedim ama.
Biraz fazla uzatılmış geldi bana, Brechtyen tarzda abartılı esprileri ve gerçeklikten koparan doğaçlama aralarını çok sevemedim açıkçası. Hemen her oyunda en ufak bir bel altı imaya ve argoya kahkaha patlatan seyirci burada da mevcuttu. 
Başroldeki Ziver ile Cumali beni tatmin eden performanslarla sahnelendiği için genel olarak memnun kaldım, yalnız oyunun izlenebilmesi için biraz insani koşullar da gerek. O kadar sıcaktı ki 3 saatlik oyunda fenalık geçirdik.

Oyun öncesi Osmanbey'deki eski hatıralarımı canlandıran Mono cafe'de birer bira içip sandviç atıştırdık. Arkadaşımın çalıştığı bir yerdi burası birkaç sene evvel, neşeli hoş bir atmosferi vardı. Devredildikten sonra şarküteri reyonu kaldırılmış ve ruhunu kaybetmiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder