Yağmurlu, karanlık bir güne uyandım.
Biraz gazeteyi kısır bir kahvaltıya meze yaptım.
Öğleden sonra hava az yükselir gibi olunca, ertelemek istemediğim işlerimi halletmek ve biraz da dışarıda vakit geçirmek için Kadıköy'e indim.
Balık çarşısının keskin kokuları ve baş döndüren gürültüsü arasında kendimi kaybettiğim tatlı bir akşamüstü...
Aktar amca kalender, bana sumaklarının ipek gibi olduğunu anlatıyor- "100 gram da zerdeçal alayım!"
Fırıncı bir susamlı çörek ikram ediyor ben biraz Selanik gevreği koydururken kese kağıdına, çıkarken de beni sevmiş olacak- 2 Kavala kurabiyesi sarıp peçeteye elime tutuşturuyor.
Ilık kurabiyelerimi yerken balık tezgahlarına bakıyorum: hamsi incecik, istavrit küçücük, derken gözüme bir tezgahta sarıkanat kestiriyorum. "Ver şunlardan bana 1 kilo!"
Balıkçı iştahla balıkların tazeliğinden bahsediyor, ben de biraz düşünüp "Haydi, 1.5 olsun." diyorum.
Son durak bir paket Türk kahvesi atıyorum torbama, akşamın çöküşü gibi bir şükür hissiyatıyla eve dönerken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder