19 Kasım 2015 Perşembe

2340

Bugünü kendime ayırdım!
İstanbul'da yaşadığımız halde İstanbul'a kaç ayda bir inebiliyoruz... Boğaz havası almak için belki son şansımız soğuklar gelmeden önce; değerlendirelim dedik.
Yeniköy'de kahvaltı ettik denize nazır, yanımıza motorlar yanaştı, martılar ekmeğimizi çaldı, rüzgar saçlarımızı savurdu...
Güneş vuran sokaklarda gülümsememiz iyice yayıldı, sararıp dökülmeye başlamış çınarlara baktıkça yüzümüz aydınlandı.
Kahvaltımızı iştahla silip süpürdükten sonra Emirgan'a yürüdük, birkaç fotoğraf çektik balıkçılar arasında.
Sabancı'nın getirdiği Zero sergisini gezmeye karar vermiştik; bizi bu altın mozaikli dev sütunlar karşıladı.
 İçeride saf pigmentten yapılmış masmavi gözümüz aldı. II.Dünya Savaşı sonrasında devrim ruhuyla ortaya çıkan bu fütüristik yeni sanat akımı, rengi figürden özgür kılmayı başarmış.
 Absürt şişme palmiyeler arasında çocuklar gibi eğlendik!
Kinetik-hareketli sanatı denemeyi sevmişler bu Alman amcalar...
Resmi tuval üzerine fırçayla yapma tekdüzeliğinden çıkarıp yeni teknikler keşfetmiş ve anlaşılan, uzaya pek merak duymuşlar.
Dokulandırmaları gerçekten başarılıydı, dalgalı camlar ardından yansımalarla oynadıkları ve isle şekillendirdikleri işleri çok enteresandı.
Ama bizim en çok bu ışık oyunları hoşumuza gitti, masal dünyasında gibi büyülendik kaldık bu küçük odada...
 "Işık yağmuru"ndan geçerken beyazla ıslandık...
Sergi bizi yorunca Arnavutköy'de kahve molası verelim istedik.
Birkaç ay evvel açılmış tatlı bir sokak arası cafesine oturup garson kızla sohbete daldık. Hafta sonu planları yaparken bir yandan dans etme hayali kurduk.

Dünya önümdeki 30 yılda daha güzel bir yer olur mu?
Ben yaparsam olur değil mi?
:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder