10 Mart 2023 Cuma

4963

 (23 OCAK PAZARTESİ)

15 sene evvelin Rana'sıyla konuşmak isterim çok, neden farklı bitireceğimi  bu yazıyı...

"İlk doğuşum geçti gitti; bu solukta aşktan doğmuşum ben, kendimden de fazlayım artık, ikinci kez doğmuşum ben." Mevlana



Kendiliğinden çırpan kanatlarımla süzülüyorum pencereden dışarı. Işık yol göstericim oldu benim. Dışarısı daha önce hiç görmediğim Yeni Dünya. Her yanı bin bir renge, şekle bürünmüş bambaşka bir alem... Havada taptaze bir koku, Çiçekte bir renk, bir renk, Kuşta bir ses, her böceğin uyduğu bir ahenk, Meyvede bir tat, bir tat! Doğa var olmayı seviyor, her varlık seviniyor. Benim meyvede tat, çiçekte renk dediğim bu sevincin ta kendisi. Her şey beni şaşkınlığa düşürüyor şu an karşılaştığım. Önceki hayatımda hiç mi görmemiştim bunları? Tırtıllar duyamaz mı yoksa kelebekler kadar hassas, bilmiyorum. Her şey beni şaşırtıyor, büyülüyor şimdi bu bahçede. Büyülenişimi tapınma diye adlandırabilirsiniz, buna itiraz bile etmeyeceğim! Evren’in tüm mucizelerini Tanrı diye adlandıran da siz değil miydiniz? Etrafımda bana her an göz kırpan bu tatlı varlıkta sizin Tanrı’nızı görememekle kalmıyorum, gördüğüm her varlıkta bana tanrısallık göz kırpıyor an be an. İnsanlığın her şeyi değerlendirdiğini biliyorum, değerlerin en yücelerini Tanrı’ya armağan ettiğini de. İyi ile Kötü’nün diyarında tüm İyi’leri çalan efendiniz Tanrı değil de kim olacaktı ? Hiç şaşırmıyorum bütün bunlara, hiçbiri dokunmuyor bana. Şimdi burada ben, kelebek, İyi ile Kötü’nün ötesinde bir Alem’deyim, senle burada buluşacağım , çocuk!

Doğa, yalnızca var olmaya çalışıyor, demek bile yeterince hafif olmaz, o yalnızca var oluyor. Otu büyüten, filizi yeşerten, tomurcuğu açtıran, beni de kozamdan çıkaran O. İnsanların Tanrı diye adlandırdığı şeyler, bugün benimle birlikte hayat bulan varlıkların tümü ve içinde var olduğum evren, her şeyden, insanlığın değerlendirmelerinden ve Tanrı’nın kendisinden çok daha önemli geliyor bana. Gözlerimi ne yana çevirsem bir bereket gölgesi, rahatlık ve dinleniş görüyorum. Bir küp dolusu yeni sağılmış süt duruyor ilerde. İki arı, yanımdan daireler çizerek geçip süte doğru uçuyor. Gözlerimi kapasam boşuna kaçış olur, kokular sarmış bahçenin her köşesini. Nefesimle her zerreme dolan gürül gürül, zengin, keskin kokular, mosmor renkleri, bazı taşları kaldırınca altından fışkıran canlı, koyu yeşil kokular, ıslak yosun kokuları bunlar, belki taşı gölgelik edinmiş kara böceğin uykusunun kokusu, zifiri rüyaların derinliğinden gelen ıslak bir koku.

Hayatın tadını alınca Zaman durmuş gibi olur ya, çocuk, bu bahçede zaman en başından zaten yoktu. İnsanlık kendi aleminde Zaman’ın değirmeninde öğütüledursun, ben bu haz aleminde Zaman’ı ılık bir sabah vakti sis basması gibi duyuyorum, ya da bir uykuya dalış gibi tatlı, mahur... Her yaprak, her karınca, her arı, küpteki hala soğumamış süt ve hatta ağaç altındaki gölgelik bile aynı rüyaya dalmış, Zaman’ın koynunda. Az ötede kök salmış sarmaşık var olduğu müddetçe incirin gövdesine dolanacak, hep yukarı tırmanacak, Zaman’ın ilerlemesi umurunda mı onun? Dallarının sürünmesini düşünüyor o, yapraklarının yeşermesini, düşünmüyor da hissediyor, kökünden ne kadar uzakta olursa olsun her cılız dalın ilerleyişini duyuyor, her küçük yaprağın Rüzgar’da titreyişini duyup seviniyor. İbadeti bu sarmaşığın. İbadet dediğimi okuyunca şaşırma, çocuğum, demiştim sana; her varlıkta Tanrısal olan Öz’ü görüyorum. Tanrı dediklerini değil ama Kutsal olan Hayat’ı buluyorum. Kafan karışmasın, çocuk! Ben kutsal olan çok şey tanıdım, bir çiçeğin kocaman gülümsemesiyle açışı, koskoca kavak ağacının bile Güneş’e yönelişi, karıncaların yaptığı köprüler ya da bunlara hayranlıkla bakan bir çocuğun gözleri olabilir Kutsal, ama Tanrı’nın kendisi asla Tanrısal değildir!

Ne diyordum, evet.... Zaman, diyordum, insanlığın gönüllü hapishane koğuşudur. Hayat’ın zamana bağlı olmadığını bir türlü görmezler, Doğum ile Ölüm’ün hep bir saati var sanırlar. Görüyorsun ya, çocuğum, her şeyin olsa bile Hayat ile Ölüm’ün bir saati olamaz asla! Bir odunu kır, işte Hayat da oradadır Ölüm de, görmek isteyen gözlere. İnsanlık, çocuk, Doğa’yı var olduğu muhteşem haliyle kıskandığı için mi, algılayamadığı için midir, bilmem, hep kısıtlamaya çalışmıştır onu. Bir çizgi çizmiş eskiden, Doğa hep o çizgide yürüyecekmiş, oysa ne sonu ne başı vardır Evren’in. Zamanın çizgisinde arkada kalan geçmiş gün, önde bekleyen gelecek günmüş. Bu çizgide yürürsen çocuğum, bir yandan nereden geldiğini hatırlamaya çabalar, bir yandan nereye gittiğini görmeye uğraşırken nerede durduğunu hiç bilemezsin. İnsan hiç Doğa’ya bakmıyormuş, anlayacağın çocuğum, o ipte düşmeden yürümeye çalışırken fark edememiş dönüp durduğumuz çemberi. Bir ipte yürümek dikkat ister, çaba ister ama çemberi dönmek hareketten başka şey istemez! İpte yürümek dengede kalmak, bilgeliktir elbet ama çemberi dönmekteki bilgelik, mantıkta değil aşktadır. Göreceksin sen de çocuk, ipe inci dizildiğini, boynuna asacak bir kadın sonra bunu ve hiç dönüp bakmayacak bir daha, baksa da ne kadar Güzel olduğunu görmeye çalışacak bunda, oysa vereceği bir bilgelik vardır o inci dizisinin : Bir inci tanesini al parmakların arasına, kulak ver, sana diyecek ki “Ben inci tanesi, şimdi beni tutmaktasın, sırf bunu bilirim ben, ne benden önce tuttuğunu ne benden sonra geleni tanırım. Şimdi beni bırakacak ve önümdekini tutacaksın, o da sana aynısını söyler, ama ne sen bilebilirsin ne biz biliriz hangimiz önde hangimiz sonda.”

Tırtıl o zaman beni bilmiyordu ben de şimdi tırtılı hatırlamıyorum. Bu böyle dönüp duran bir çemberdir, anlıyor musun çocuğum, Zaman’ın çemberinin dışına çıkmak ancak çok hızlı dönersen olur. Bu sürekli hareket yaşamın kaynağıdır ki bir an için duran her varlık yaşlanmış olur. Zaman, insan için durdurulması gereken korkunç bir canavar oldu hep, bizler içinse bir danstır hiç bitmeyen. Doğum giriş kapısı, Ölüm çıkış kapısı sanılır, hayat da aradaki yol. Çemberde giriş-çıkış aynı noktadan olur, hayat yol değil olsa olsa bir yolculuktur belki, ama ben dans demeyi tercih ediyorum, çocuk. Etrafıma bakıyorum, varlığın her zerresiyle katıldığı bu dansın ahengiyle gözlerim kamaşıyor. Şimdi düşen yağmur damlasının billur kristali, yaprağın damar ağlarıyla örülü yemyeşil haritası, benim titreşen beyaz kanatlarımın havada yarattığı bir anlık dalgalanma... Hepsi kendinde birer Dünya değil mi bunların? Haykırmak geliyor içimden insanlara “Görün!” diye, balık için Evren Deniz’dir, en fazla Okyanus, böcek için ne kadar? Gittiği yere kadar değil mi, gördüğü yerler kadar, belki birkaç ağaç gövdesi ve bir avuç toprak ömrü boyunca... İnsanın Evren’i ne kadar ? Kendi içlerine baksınlar; bir yerden bir yere anında kan taşıyan damar sistemine hayran kalsınlar, her hücrenin bir beyni oluşuna şaşsınlar, birlikte düşünen ama bağımsız birer beyin... Eşyanın tabiatına baksınlar; her Atom’un çekirdeği etrafında dönen elektronlara şaşsınlar, sonra birden lütfen akıllarına gelsin ve Güneş etrafında dönen gezegenlere benzetsinler onları. Anlasınlar, insanın Evren’i bir Atom’dan daha büyük değil, yalvarırım anlasınlar! Her varlığa baktığımda canlı ya da cansız, hep Tanrısal olanı görüyorum demem işte bundandır, çocuk. Güneş sistemleri, gezegenler ve yıldızların hepsi bir Atom’un içine sığar, bin Atom birleşip varlığı yapar. Hangi şekilde olursa olsun, çocuğum, görüyor musun? Birlik burada.

Hepimiz, Doğa’nın çocukları, içimizdeki boşlukta yaşıyoruz. Evren içimizde. Sonsuzluğu şu anda, sınırsızlığı avucumuzun içinde tutuyoruz. “En-el Hak!”* diyen anlamıştır bunu, artık ondan neyi alabilirler? Sahip olduğu hiçbir şey yoktur ya da o her şeyi içinde taşımaktadır gittiği yere. Artık onu en fazla öldürebilirler, duydun mu çocuğum, en fazla diyorum, çünkü bu hiçbir şeydir. İyi - Kötü ne varsa hepsini kendi içinde görmek, aynı anda tüm İyi’lerle Kötü’lerin üstesinden gelmek demektir. Ben tüm varlıkların ve Evren’in toplamıyım, Evren de benim ve tüm varlıkların toplamıdır, tüm varlıklar da benim ve Evren’in toplamıdır. Biz hem tek tek tamız, hem de hep birlikte bir bütün olarak varız, çocuğum. “Ben Tanrı’yım” dediğimde, kendimi düşünmeden kendimden çıkarak söylerim, aynı şekilde denebilir ki kendi içime dalarak, en derinlerimden söylerim.


Yer ü gökü düzen benim

Geri dönüp bozan benim

Cümle yazı yazan benim

Ben bu divana sığmazam .”**


Kendinden çıkmak kendini bulmaktır. Tanrı’yı öldürmek, Tanrı olmaktır. Bunda anlaşılmaz bir şey yok, çocuğum. Beni aklında bir yere oturtmak belki sevip sevmediğine karar vermek istiyorsun, sen beni tanımlamak için çırpınıp durdukça ben her cümlemde bir öncekinin sende uyandırdığı izlenimi alt üst ediyorum, öyle mi ? Öncelikle beni tanımlamaya çalışmadan sadece okumanı rica ediyorum senden, şimdilik yalnızca benimle gel.

İyi ile Kötü’den özgür olmak, ahlaksız olmak değil, tanımsız olmaktır. Tanımsız olmak, sınırsız olmaktır. Doğa’nın tüm çocukları zaten sınırsızdır, çocukların her şeye onu ilk gördüklerinde nasıl baktıklarını düşün, vahşi hayvanları düşün, çocuk, ben öldürmek Kötü diye tırtılı öldürmeseydim kelebek olup uçabilir miydim ? O zaman benim Evren’im kozamla sınırlı kalacaktı ve ben bu muhteşem bahçenin renk cümbüşünü göremeden, kokularıyla başım dönmeden yaşayıp gidecektim. İşte bu yüzden yazıyorum, çocuğum, bir düşün, senin Evren’in neyle sınırlı? Kozanda bir tırtıl mısın hala, kelebeği tanımayan ? Dışarı çıkmak istemez misin ? Yeniden doğmak istemez misin ?

“Tekrar doğmamak için”, derler yeraltını sevenler, “Temizle kendini tüm arzularından”. Kulaklarına inanabiliyor musun, çocuk, bundan aptalca laf duydun mu sen ? “Nefsinle mücadele etmeli”, der bu zehirli örümcekler, “Ancak bu savaşı kazananlar arınmış olur ve bir daha gelmezler ıstırap dolu yeryüzüne”. Söylüyorum, çocuğum, yeryüzünün ıstırap dolu olduğuna inanmış tüm örümceklere inat, defalarca yeniden doğmak istiyorum ben, kendimle savaşmak değil kendimi dönüştürmek istiyorum her geçen gün. Kendini dönüştüremedikçe, hiç bir şeyi dönüştüremezsin!



* En-el Hak : Arapça, “Ben Tanrı’yım.” Anlamında söz. Hallac-ı Mansur adlı bir derviş 10. Yy. civarında bu sözü söylediği için vahşice idam edilmiştir.


* Dörtlük Seyyid Nesimi'ye aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder