10 Mart 2023 Cuma

4951

 (11 OCAK ÇARŞAMBA)

Eski, çok eski bir yazımı buldum ve hem hala ne kadar bana benzediğime, hem de ne kadar kendimi değiştirdiğime şaştım...

Bu gece anlıyorum; alkolikleri, sigara tiryakilerini, aheste ayyaşları, sarhoş gezen nara atanları, tüm gececileri, tüm kaybolmuşları, evleri olduğu halde sokakta yatanları, geceyi solumak için dışarı çıkanları, kendini umutsuzca arayanları, sebepsiz yere sabahlamak isteyenleri, bebeğini aldırmaya cesaret edemeyenleri, ne beklediğini bilmeden saatlerce, aylarca bekleyenleri, tuvalette dakikalarca oturup düşünenleri, sevgilisinin en yakın arkadaşına aşık olduğunu fark edenleri, ondan hoşlanan erkeklerden fena halde sıkılan ıssız kadınları, sevdiklerinin zayıflıklarından tiksinen insanları, oğullarını kocasını kaybetmiş, kendisi yaşamaya mahkum olmuş yalnız ve yaşlı anneleri, uyumak veya sevişmek için içmek zorunda kalanları, kendini hayatına ait hissetmeyen, kendi kendinden dışlanmışları, kusana kadar ağlayanları, sahilde melankoli yazanları, Bukowski okuyanları, Tom Waits dinleyenleri, ağzında hep pas tadıyla öpüşenleri, herkes onla ilgilenirken tek başına hissedenleri, mutluluğa dayanamayanları, sadece eşcinsel aşka saygı duyanları, "et cinayettir" diyen vejeteryan Manchesterlıları, mezarlık gezmeyi çok seven sessiz küçük kızları, abisinin cenazesinden sonra maçı nerede izleyeceğini düşünen yetim kardeşleri, aşık olduğu adamdan ayrıldı diye 5 yıl sonra ağlayan kadınları, çocuk doğurup ömrü boyunca yalnızca onu sevmek isteyen kadınları...


Bu gece tüm bu insanları anlıyorum. Arada kalmış, aynı anda hem neşe hem keder yüklü, mutsuzluktan korkmayıp acıdan çekinmeyen, bir yere yerleşememiş insanları... Biriyleyken hep yalnızlığını özleyen, sonra yapayalnız bir gecede, varlığını kanıtlamak ister gibi çaresizce birini arayanları...

Sizi anlıyorum.

Kendini bilmeyenleri, aramayanları, hep yüzeyde yüzüp dibe dalmayan derinlik-korkaklarını hiç anlamıyorum. Hayatı geldiği gibi kabul etmeyip isteklerine göre eğip bükmeye çabalayan egositleri, ilgilerine karşılık vermiyorum diye bana kızma hakkını kendilerinde bulan zavallı erkek tipini, bana yetmeyeceğini fark edince benden korkup kaçan adamları anlamayı reddediyorum! Tıkanmış, kapana sıkışmış gibi zihninin dört duvarı arasında kapalı kalmış, dışarıdan bakacak kadar özgür olamayanları anlamıyorum. Kendini dinlemeyenleri, yaşadığını duymayanları anlamıyorum. Kahkahadan muaf, sadece hayatta kalanları, istemeyi beceremeyenleri, kendini bir türlü bırakamayan, her şeyi hep tutan ve tuttuklarına sahip olduğunu sananları anlamıyorum. Meditasyon kamplarından medet umanları da, sırf popüler diye egzotik manevi sistemlerden birkaç pratik öğrenenleri de, köklü ve kadim ruh terbiyesi yollarının günümüzde bu kadar içleri boşaltılarak ayağa düşürülmelerini de anlamakta zorluk çekiyorum. Okumayanları, yazmayanları, tek başına eve yürürken şarkı söylemeyenleri, içinden geldi diye öylesine dans etmeyenleri, tütün içmeyen sağlıklıları, şarabı pahalı restoranlarda kadehten içenleri anlamıyorum. Yalnızca arkadaşlarıyla konuşabilen ve sırf insaniyetimizden ötürü paylaşabileceğimiz şeyler olduğunu göremeyenleri, karşısındakini ötekileştirenleri, yahut yanındakini kendileştirenleri anlamıyorum. Evlenenleri ve evliliği kutsal sayanları, hiç acımadan sinek öldürebilenleri, yolda kedi ezip geçen ve o gün yemek yiyebilenleri, bir kez bile bileğini kesmek arzusu duymayanları, hep uslu evlat olanları, "iyi" insanları, inanacak bir tanrıya ihtiyaç duyanları, onu gökte arayanları, onu sadist bir psikopat gibi tanıyan ve tanıtan dindarları, milleti veya milliyetiyle övünenleri, saçını sarıya boyatanları anlamıyorum.

Bu gece hiç anlamıyorum; insanlar neden güneşli sıcak havayı severler, bu puslu kasvet çöreklenmiş incecik hızlı yağmur varken? Neden herkes "mutluluk" peşinde koşar, yaptıkları sadece eğlenmekten ibaretken ve mutluluğa çok uzaklarken...? Anlamıyorum; hep doğruyu, gerçeği, güzeli, haz vereni aramak niyedir_Ben niçin çirkinlerin yüzlerinden gözlerimi alamıyorum ve hep yasak, günah, anlamsız yahut acayip şeyleri yapmaktan zevk alıyorum?

Mesela, bu gece hüzünlü şarkılar mırıldanıp, neyi ya da kimi bilmeden, özlemeyi seçiyorum_yatağıma girip düşünmeden uykuya dalmak yerine. Büyük ihtimalle sabaha kadar şarabımı bitirip yazacak, okuyacak, en fenası düşüneceğim: yeni istekler, yeni düşler edinecek, yeni hayal kırıklıkları ve acıları davet edeceğim içime. Eski günleri; çocuk parklarında sabahı ettiğim, hastanelerde yattığım, arka sokaklarda kustuğum, ada sahillerinde seviştiğim ve yakamozla oynadığım anları anımsayacağım. Tek seferlik bu taşkın neşe anları tekrarlanmayacak diye üzülüp gözyaşı dökeceğim. ben zaten en mutlu anlarımda bile, belki de bu mutluluğun geçiciliğini ve kırılganlığını sezdiğimden, diplerimde bir yerde kederliydim. Çok şey öğrendiğim bir hocam bir keresinde bana, gülerken bile gözlerimde hüzün durmasını anlayamadığını söylemişti. Hocam, ben de anlamıyorum; hiçbir şeyin bana yetmeyişini, kimsenin O'nun yerini dolduramamasını, üstelik O'nun kim olduğunu inanın bilmiyorum, kalbimdeki kocaman deliği açan ve beni Ariadne gibi yaslı, ıssız adalarda terk eden, yine de her an ayak seslerini duyduğum ve ağlarken hep konuştuğum, ayrı bedendeki ruhumun, O'nun...

Bu gece anladığım ve anlayamadığım ne çok şey var....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder