Ben o Rana'yım; orta okulda Kara Kitap'ı okumasıyla hayatının ilk miladını yaşayan ve Şeyh Galip'e kafayı takan, Hüsn-ü Aşk'ı okuyabilmek için Farsça'yı söken...
Edebiyattan dönem ödevi alırken kendine muhabbet kabilesinde geçen bu mistik aşk öyküsünü seçen ve "mumdan gemilerle ateş denizlerinde yüzmek" alegorisini gecelerce düşleyen...
Hiçlik makamına ermenin gizemlerine dalarak yaşıtlarından ayrı vakit geçirmeyi tercih eden, daha 14ünde ölmeden evvel ölmenin nasıl olacağını merak eden...
Lisede aptal bir arkadaşının evindeki kütüphanede tesadüfen eline alıp bir sayfasını okuduğu küçük mavi kitapla hayatı değişen; yerde bir elmas bulmuşçasına kitabı cebine atıp ganimet bilip eve götüren... Okurken elleri titreyen, aklı şaşan, nefesi kesilen, geceleri uyku tutmaz olan ve artık yalnız olmayan...
Sonraki yıllarda o adamın 28 yaşındayken yazdığı müthiş ilk kitabını okumaya başlayan ama her sayfasında bilmediği onlarca isimle karşılaşınca mecbur mitoloji sözlüğü ve antik Yunan trajedyalarını okumaya başlayan, sonunda bu kitabı okumaya henüz hazır olmadığını kabul eden... Acaba onun 28inde yazdığını ben 28ime gelince okuyabilecek miyim, diye kendine soran...
Ben işte o Rana'yım; bir yandan Doğu felsefesini hep içinde taşıdığını hisseden ve Doğu'ya ait olduğunu sezen, öte yandan Batılı bir düşünürün hayaletiyle yıllarca ahbaplık eden... 100 yıl evvel ölmüş ölüleri en yakın dostları sayan o kız benim işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder