Kalabalık ve bunaltıcı bir Eylül akşamüstü olmasına rağmen şehir merkezinde boydan boya yürümekten keyif aldım bugün. Trafikte kalıp gerilmemek için vapurla Karaköy'e, oradan her zaman çok sevdiğim rutubet kokan tünelle Tünel meydana çıktım. Etrafta yabancı turistler aylak aylak ve neyin fotoğrafını çekeceklerini bilmeden geziniyordu, aralarından hızlı hızlı kendime yol açıp az yukarı Galatasaray'a tırmandım. İstiklal'in her daim festival varmış gibi köpüren, köpürüp ara sokaklara taşan kalabalığından ürkerek Halep pasajı içindeki Beyoğlu sineması'na uğradım ve akşamki sinema biletimizi aldım. Sonra gerisin geri Galata'ya indim taşlı dar yokuşlardan, sevimli bir butiğe uğradım. Beklediğimden erken bitirince işlerimi, Galata Kulesi'ne karşı yeni açılmış bir yerde bir fincan cappucino içerek gazeteye baktım-ve bütün bu tek başıma kısa Beyoğlu gezintisinden çok hoşlandım...
Akşamın ikinci bölümü beklediğim adam yediyi biraz geçerek geldiğinde başladı: yine Galata'daki ufak fakat tatmin edici şarap butiğine girdik. İçeride hoş bir atmosfer yaratılmıştı, taş ve cam dekorasyon arasında kırmızı pembe beyaz şişelerden gözümüzü almakta zorlandık. Sonunda buraya özgü şarapları denemeye karar verdik ve Kars gravyeri, isli peynir, eski kaşar gibi çeşitlerle dolu yerli peynir tabağının Divlit yanardağının püskürttüğü lavlar üzerinde yetişen bağların üzümlerinden yapılma "yanık ülke" şaraplarına yakışacağına hükmettik.



İştahla birbiri ardına kadehleri yuvarlarken yanında atıştırmak için susamlı çıtır tavuk söyledik. Karşılıklı dudaklarımızın mor lekelerine gülüşüp dururken filmi kaçırmak üzere olduğumuzu fark edip hemen kalktık, hafif sallanarak çakırkeyif adımlarla Beyoğlu'na çıktık. Bizi Avusturyalı bir yazarın kitabından uyarlama enteresan bir film bekliyordu: Duvar.
http://www.youtube.com/watch?v=oShRCjVWqRQ
Haftasonu için arkadaşlarıyla beraber gittiği dağ evinde ilk gecesinde kendini terk edilmiş ve kapana kısılmış bulan, fakat bu durumu hemen kabullenip yeni hayatına alışan bir kadının tuhaf ve sessiz hikayesini seyrettik. Kulübenin etrafında onu diğer insanlar ve dış dünyadan ayıran, görünmeyen gizemli bir duvar olduğunu, ne kadar çabalasa da sesini dışarıya duyuramadığını, arabayla hızla girmeye kalktığında bu şeffaf duvara basbayağı toslayacağını keşfetti kadın. Sonra içeride kalmaya karar verdi; bir ineği, iki kedisi ve dostu köpeği ile birlikte mevsimleri doya doya yaşamaya başladı. Bir yandan da insanlığını tamamen kaybetmemek için takvim tutuyor, arada günlük yazıyordu.



Çocukluğumdan beri gizli hayalim insanlardan uzakta ıssızlığın ortasında mahsur kalmak olduğundan filmi sıkılmadan, karlı vadi veya baharda coşan yayla manzaralarını iştahla izledim. En çok da köpeği öldüğünde yalnız kaldığını hissetmişti kadın-anladım ve üzüldüm. İkimiz de bu gece eve bir köpeğimiz olmasını çok isteyerek döndük...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder