
Hatay Meyhanesi'nde müdavimi Cemal Süreya'yı, oradan girip Garipler'i ve Orhan Veli'yi, nazire yaptığı Ahmet Haşim'i, unutursak olmayacaktı Nazım Hikmet'i, günün meşhuru Ömer Hayyam'ı, arada bir de Nesimi'yi andık da fark ettim ki ne derin edebiyat kültürümüz varmış meğer! Kimselerde yokmuş böylesi, Fars, Arap, Türk şairler, Osmanlıca yazanlar yahut Can Baba gibi ağzı bozuk yeniler...Avrupalıların kaçırdıkları ne çok şey varmış!
Haramı-helali, Müslümanlara cennette vaat edilenleri, İstanbullu şairleri, Boğaz'da sıralı yalıların güzelliğini, Nisan ayının bu şehri erguvan-leylak ve mor salkımlarla mora buladığını, Anadolu rockçıları, Erkin Baba ve Barış Manço'nun nasıl devrimci figürler olup Sezen Aksu'yu herksin ama herkesin çok sevdiğini, Orhan Gencebay'ın müzik tekniğini, Müzeyyen Senar'ın rakı içişini, Rum ve Ermenilerden miras meyhane geleneğini, Karadeniz-Akdeniz-Rumeli ve Doğu mutfaklarının çeşitliliğini, Kürt ağıtlarının tüyleri diken diken eden gücünü, Zeki Müren ile Bülent Ersoy'un Türk musıkisinin Apollonik-Dionizyak kişiliklerini temsil ettiklerini, bal kaymaksız kahvaltının eksik kalacağını ve bunlardan başka daha ne sebeplerle İstanbul'dan başka hiçbir yerde yaşayamayacağımı öğrenen Hollandalı arkadaşım, ne çok şey kaçırdığını fark edince şaştı da kaldı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder