27 Kasım 2011 Pazar

886

(26 KASIM CUMARTESİ)

(...)birden çıkan lodosla karların eridiği ve İstanbul’un üzerindeki kir bulutlarının temizlendiği kış gününde, antenlerin, minarelerin ve adaların arkasından bana gösterdiğin Uludağ’ı değil, başını omuzlarının içine çekerek ürperen seni severdim(...)
Kara Kitap'tan



Sabahın erkeninde Haldun Taner sahnesi önünde buluşmamızla başladı gezimiz, hava soğukça fakat güneşliydi. Otobüste uykulu gözlerle birbirimize gülümsedik ve sıcak poğaçalarımızı yedik.

İlk durak Samatya idi-cumartesi pazarı içinde kalan Surp Kevork Ermeni Kilisesi'ni gördük, aşağıda bir ayazması olduğundan "sulu kilise" deniyormuş.
Ermeni kiliselerinde ayazma bulunmadığından burada eskiden bir Rum kilisesi olduğuna karar verilmiş. Ayazmaya inerken yanlış kapıdan girince kendimizi morgta bulduk. Kutsal kabul edilen küçük bir su kaynağı ile üzerindeki oyuklara mum dikilen büyük taş bir kozalak figüründen ibaret olan ayazmaya girebilmek için izin almakta zorlandık. Kiliseyi gezerken simsiyah parlak bir tabut ve peşinden beyaz saçlı, uzun boylu, siyahlar giymiş bir adam geçti önümüzden-cenazesi vardı, sessizleştik...

Beyazıt'a geçip benim de sık sık arşınladığım sokaklarda ilerleyerek bir lastik atölyesinin altına indik, örümcek ağlarıyla kaplı zifiri karanlıkta fenerlerle aydınlattığımız impost sütun başlıkları*nı ve bunları yapan taş ustalarının üzerlerine kazıdıkları adlarının baş harflerini görmeye çalıştık. Bir alfa, bir delta...
* impost sütun başlığı: bir sütun başlığı üstüne yastıklı ikinci bir başlık eklenmesiyle oluşturulan sütun başlığı türü. 5.yy.dan itibaren Doğu Roma'da kullanılmıştır.

Beyazıt Antik Otel'in bodrumundaki kalıntılar yine erken Bizans dönemine aitti, duvar örgülerini, değirmen taşlarını inceledik. Mozaikler ve sütunlar arasında öğle yemeklerini yemekte olan çalışanlara afiyet olsun dedik-yüzyıllar nasıl da iç içe!

Star İş Merkezi altında yine bir Bizans kalıntısı-muhtemelen nüfuzlu bir senatöre ait olan saray, bugün çöplük gibi, toprak altından çıkan kemerleri biraz görebiliyoruz. Forum Tauri**'ye alttan destek olması amacıyla yapıldığı da düşünülüyor.

**Forum Tauri:Bugünkü Beyazıt meydanı'nın 4.yy.daki adı "Boğa Meydanı" anlamındadır.

Birbirine çok yakın bir çok halıcıdan da izin alıp alt katlarını gezdik, bir tanesi özellikle ilgimi çekti; el dokuması tekstil duvar panolarının arkasında yüzyıllar evvelinden ayakta kalan sütunlar heyecan verici bir görüntüydü:

Başdoğan Halıcılık'ın altındaki Doğu Roma kalıntılarının imparatorun kabul odası olduğu tahmin ediliyor. 4 kemer üstüne oturtulan kubbeleri rahatlıkla inceleyebildik.

Gezinin şüphesiz en heyecanlı bölümü; AyaSofya yakınlarında bir otoparkın içindeki delikten eğilip bükülerek girdiğimiz kapkaranlık, nefes alamadığımız büyük Bizans sarayı kalıntılarıydı. Four Seasons Oteli'nin ek binaları altında kalan bu "Sacrum Palatium" (Kutsal Saray) 4-11.yy.lar arasında pek çok imparatora ev sahipliği yapmış. Bazılarının girmeye cesaret edemediği bu karanlık ve define kazılarından çukurlarla dolu tehlikeli "fare deliği" içerisinde tam anlamıyla diri diri gömülmüş gibi hissettim-nefes aldıkça içime toprak çekiyordum-fakat bu heyecan için hepsine değerdi!

Fatih'te devam ettiğimiz gezimizin bir diğer durağı Sultan sarnıcı oldu. Burası düğünlere ev sahipliği yapan bir restoran, "windblown" denen rüzgardan eğilmiş gibi duran yaprak süslemeleri bulunan sütun başlıkları bulunuyor.

Hep merak ettiğimiz Zeyrek'teki Pantakrator sarnıcına girdik, epey büyük ve sütunlardaki izlerden sonuna kadar su ile dolu olduğunu anladığımız bu sarnıcın sütunlarının kaideleri birbirinden farklı- bu da bize devşirme olduklarını gösteriyor. 12. yy.da Pantakrator Manastırı'nın su ihtiyacını karşılamak için yapıldığı biliniyor, yakında çalışmalar bitecek ve ziyarete açılacak, biz özel izinle girebildik.

Bin-yıllar boyunca üst üste binerek, yıkılarak, yanarak kat kat yükselmiş bu esrarengiz şehrin bu Kasım sabahı üzerinde yürüdüğümüz dolambaçlı Arnavut kaldırımı sokaklarının altında Bizans imparatorlarının sarayları, kim bilir hangi celladın eline düşmüş zavallıların kemikleri, belki de sadist Macar Voyvodası'nın kafatası, taş zindanlar, rutubetli mahzenler, upuzun dehlizler yatıyor... Neyi bulmayı umduğunu unutuverip, arayışa dalmak ve yolu kaybedip her an bir hayalete dönüşerek zamana karışmak işten değil...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder