(27 ŞUBAT PERŞEMBE)
Dünkü ilk şoku atlattıktan sonra bu sabah biraz daha keyifliyiz, hava da aşırı sıcak değil hatta serinledi bile. Yoksa yanımızda getirdiğimiz trikolarla dolaşmak mümkün olmayacaktı ve t-shirt alacak bir dükkan bile bulamamıştık. Sahi biz bugün ne yapacağız? Dün sanki gezdik bitirdik bir posta.
Otelin kahvaltısı beklediğimden iyi; domuz sosisi, bacon ve çırpılmış yumurtayla İngiliz havası. Minik kruvasanlar, hellimli börekçikler ve hurmalı mini çöreklerle Fransız tarzı. Çok keyifli bir kahvaltının ardından otelde birazcık dinlendikten sonra Girne kalesini geziyoruz. Turistik bir yer sanıyordum, ama galiba sadece denize girmeye veya kumara geliyor insanlar buraya. Bomboş ortalık, hava muhteşem; hem deniz hem çiçek kokuyor.
Öğleden sonra birkaç markete girip içki fiyatı sorup şaşırıyoruz; memlekettekinin 3te 1i fiyatına rakı.
Meğer biz içtiğimiz her dublede bizimkine de 1 duble ısmarlıyormuşuz! Ulan Müslüman adam rakı içer mi?
Kahve molası verdiğimiz sahildeki cafe, aslında dandik bir yer ama fiyatlar Nişantaşı'ndan yüksek. Birçok şeyin ucuz olduğu bu şehirde ne alaka çözemedim, ama kahveler gereksiz pahalı. Ufak bir hediyelik eşya dükkanından bir sepet tepsi, bir ponza taşı tütsü ve birer paket kahve alıyoruz. Sohbet ettiğimiz esnaf hep belediyenin tembelliği ve şehrin bakımsızlığından yakınıyor, bir de yabancı turistin Türklere bakış açısından.
Akşamüstü değerli taşlar ve gümüşten takılar satan bir dükkanda vakit geçiriyoruz; galiba Kıbrıs'taki tek güzel dükkan burası. Tüm ürünler hem kaliteli hem çok zevkli ve sahibi de son derece düzgün bir beyefendi. Sohbet edip alışveriş yapıyoruz; kendimize anne kız birer yüzük seçiyoruz.
Akşam yemeği için limandaki restoranlardan gözümün tuttuğu tek yeri tercih ediyoruz; konuşkan bir garsona denk geliyoruz. Deniz ürünleri tadım servisi harika; tıpkı Sevilla'da tapas sunumu gibi.
Hellimli ızgara kalamar, jumbo karides taptaze ve çok lezzetli. Her şeye rağmen iyi ki de geldik!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder