8 Temmuz 2009 Çarşamba

16

Güneş, tüm ihtişamıyla önce ağır ağır, sonra sanki birdenbire batıyor. Ardından tam karşısından en az Güneş kadar güzel ve kıpkızıl bir Ay doğuyor, öyle büyük ki Ay olduğuna inanmak zor. Yavaşça yükselip küçülerek ışığının beyaza dönmesini izliyoruz.

Sahildeyiz, hava ılık. Elimizde şişeler, bir inip bir kalkıyor, dolup boşalıyor. Ağzımızdan keyif dumanları tütüyor, gülüşüyoruz. Komik yaz anılarından konuşuyoruz, arada bir yüklerimizi hatırlayıp sıkılıyor, sonra her şeye boşveriyoruz. Böyle mehtaplı bir Dolunay gecesinde can sıkmak olmaz! Şarkılara başlıyoruz.

"Mehtap senin güzel yüzünde...!"

Gece derinleştikçe muhabbet koyulaşıyor, genişliyor, etrafımıza yayılıyor. Galiba herkes bu gece her şeye boşvermeyi seçmiş. Yanımızdakilere sigara verip karşılığında şarap ve kuru üzüm alıyoruz. Ay ışıl ışıl yanmakta.

"Seyretsem ne olur senin dizinde...!"

Devamlı birileri gelip gidiyor, bir çocuk mendil satıyor, satarken namazında olduğunu söyleyip avukat olunca giyeceği takım elbiseleri anlatıyor. Bir çingene gül satmaya geliyor, bardağını doldurup sohbet ediyoruz, birileri büyük siyah poşetlere çöp topluyor, başka biri bisikletiyle su satıyor.

"Sen bir şahinsin, ben garip serçe...!"

Sonra hep birlikte kalkıp çimenlere oturuyoruz, bir cümbüş, bir klarnet, bir de darbuka yanımıza geliyor. İstek şarkı soruyorlar, söylüyorum, çalıyorlar.

"Çıkalım senle bağdat yoluna...!"

Eve dönerken biri bize çiçek veriyor.
Ne güzel bir yaz gecesi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder