(3 HAZİRAN CUMARTESİ)
Ertesi gün her zaman zordur.
Kahvaltıya indim, herhalde 2 saat uyumamışımdır. Bir kase meyve aldım, yavaş yavaş çilekleri yemeye başladım. Geldin karşımdaki sandalyeye oturdun, "Boş mu?"
Yanımdaki arkadaşıma eski anılarımı anlatırken meraklandın, ısrarla "Ne fuarına gittin sen, spiritüel fuara mı? Tohum fuarı mı? Nedir?" sorup durduğunu seyretmek keyifliydi. "Sen Almanya'da yaşadın mı Rana?" Bakışların hiç kaçamak değil, her seferinde tam göz bebeklerimin içine...
Arkadaşımla sohbetimize dahil oldun ilgiyle, "Hususi" sözünü kullandım arada-hemen yakaladın: "Hususi..." diye tekrarladın, "Rana yaşın meydana çıktı."
"Tabi canım, bir ayağım çukurda!" Seni güldürmeyi seviyorum.
Kaçlı olduğumu öğrenince "Ah! Senin yaşında kardeşim var benim, onu ben büyüttüm. Çok gençsin daha, ölüme çok uzaksın."
Kahvaltıdan sonra sakin ve doğal kalmaya çalışarak derse girdim, anlatılmaz bir mutluluk vardı üzerimde. Elbette bu mutluluk; bana yakın davranıp davranmayacağın tedirginliği ile bozulmaya mahkumdu. Söyleyecek bir şeyim olduğunda "Hocam!" diye araya girdim, irkildin- "Ha?" Sen de tedirginsin, değil mi? "Samsara is actually Nirvana." Senle Zen sözleri paylaşmayı seviyorum.
Akşam yemekte herkes sanki yine bana çalışıyordu; güzelliğim övüldükçe övüldü, elbisem beğenildi, hatta bir fotoğrafçı varmış aramızda ve yemekten sonra bizim fotoğraflarımızı çekti. İçe dönük bir tipe göre fazlasıyla cesur, baskın ve sahne insanıydım bu akşam. Kahkahalar, sarılmalar, şakalaşmalar...
Geç saatte film seyretmeye oturduk, birileri bana yine üşümeyeyim diye sweatshirt verdi. Sessizce arkamda oturduğunu hissedebiliyordum, rüzgar kokunu burnuma taşıyordu. Sen kalkınca hızla peşinden gittim, bir an kaybedeceğim sandım dolambaçlı yollarda, ama tam karşıma çıkıverdin.
Dün gece bana takındığın gibi bir tavır takındım ve odana kadar sana eşlik etmek istediğimi söyledim. Sanki bu kez biraz korkak ve çekingendin. Zakkumlarla kesilen o kısacık yolda cevap bekleyen doğrudan sorular sordum: "You laughed when I called you beautiful. Why? Am I viewing you with my attachment glasses on?"
"Tabii ki Rana. Elbette öyle..." Canını mı sıkıyorum şu an yoksa?
Kendimi açıklamaya çalıştım biraz bozularak: "When I call you beautiful, I don't mean this cage of yours. This beauty exceeds this body, transcends here and now..." Durduk. "Ama senin biliyor olman lazım bunları! Hala aynı mı düşünüyorsun?"
Gülerek başını salladın, "Hayır."
Odaya yaklaşırken kendi kendine söyleniyordun: "Rana... Ne yapacağız biz senle?..."
Yukarı giyecek bir şey almaya çıktığında verandada beklememi söyledin, üstüne gitmiş olduğumu hissederek biraz utandım. Gruptan ayrı baş başa görülmekten ürktüğünü biliyorum.
"Sana bir şey getirdim. Sabah ceketimin cebine atmıştım sana vermek için, odada kaldı."
"Ne getirdin?"
Cebinden bir ip gibi bir şey çıkardın, avucumun içine bıraktın. "Bu kaç yaşında, biliyor musun?"
"Kaç yaşında?" Meraklı bir çocuk gibiydim.
"24... Bunu bana gurum verdi, ona da kendi gurusu vermiş... Sana benim için çok değerli bir şey vermiş oldum."
"Pişman oldun mu bana ortadan kaybolma dediğine?"
"Hayır, olmadım."
"Guardını aldın mı bana karşı?"
İç geçirir gibi; "Almadım."
"Almışsındır... Ya da belki almalısın- bütün cephaneni topla, zira ihtiyacın olacak."
"Ciddi misin? O kadar determined yani??"
"Hmm.. Determined demezdim."
"Ne derdin peki?"
Tam o sırada gruptan arkadaşlarla karşılaştık, konuşmamız burada bölündü, biz de onlara katıldık ve çay içmeye oturduk. Gerildiğini biliyorum.
Ertesi gün her zaman zordur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder